Kod Dostu

Kod Dostu

NEREDEN ÇIKTI BU BOLŞEVİK DEVRİMİ

Herkes Şaşırmıştı.       1917-22 , RUSYA

Rusya'daki Bolşevik devrimi herkesi şaşırtmıştı. Fransa, İngiltere ve ABD, Lenin ve Bolşeviklerin Rus hükümetinin başına dert olacağını tahmin ediyorlardı. Mart ayında Çarı tahttan indiren Kerensky hükümetini devamlı uyarıyorlar, Lenin'in bulunup öldürülmesinin en iyisi olacağını tekrarlıyorlardı. Ama asla Lenin'in
devrim yapıp Petrograd ve Moskova'yı ele geçireceğini düşünmüyorlardı. Müttefiklere gelince, bu tam bir felaketti. Rusya, dört yıl boyunca milyonlarca Alman, Avusturyalı ve Türk askeri yutan bir cephe oldu. Çarı desteklemek için Murmansk üzerinden, Pasifik yoluyla Sibirya'nın doğu kıyılarına gemiler ulaştı. Çar düştükten sonra Kerensky'ye savaşta kalması için daha fazla destek vaat edildi ve 1917 yazında üç büyük Müttefik devlet silah ve cephaneyle beraber asker de gönderdi. Lenin başa geçtiğinde tüm Müttefik güçlerin derhal Rus
topraklarından çıkmalarını istedi. Böylece yeni bir savaş başladı. Batı ve Sovyetler Birliği arasındaki ilişkinin 1917-22 yılları arsında nasıl olduğu pek az bilinir. Aslında bu, Müttefiklerin kaybettiği bir savaştır.

İngiltere ve Fransa batıda çok daha büyük bir savaşın içindeyken Rusya'yla bir savaşa girişmeleri çelişkili bir durumdur. En basit açıklama ise, Rusya'ya zaten yüzlerce milyon dolarlık askeri malzeme ve asker gönderilmişken bunlarındeğerlendirilmek istenmesi olabilir. Aslında hazır Rusya savaştan çekilmişken o
malzeme Batı cephesine gönderilmeliydi. Bazı Çar yanlıları, Kerensky yanlıları, savaş uzmanları ve milliyetçi gruplar Lenin'e karşı çıktılar, hepsi de tasfiye edildiler. Churchill'e göre, eğer önlem alınmazsa Bolşevikler tüm dünyaya yayılabilirdi. Böylece Batılı Müttefikler harekete geçti. Harekete geçmek iyi bir fikir gibi görünüyordu ama plansız bir şekilde ve sorumluluk alma konusunda pek heves duyulmadan işe girişilmişti. Ancak Lenin'in işini bitirme girişimi başarısız oldu. On binlerce İngiliz, Fransız ve Amerikan askeri Ortadoğu ve Pasifik yoluyla
Murmansk'a geldi. Ancak hiçbirinin malzemeye göz kulak olmak dışında belli bir görevi yoktu. Bu arada Kızıl Ordu'nun başındaki Troçki cepheden cepheye koşuyor, başarılı savaşlar çıkarıyordu. Bir yandan Moskova'yı almaya çalışırken bir yandan da Urallar'da operasyonlar yapıyordu. Ukrayna'daki Alman güçlerine ve Batı İttifakına karşı isyanlar örgütlüyordu.

1918 Kasımında ateşkes imzalanmasından sonra Rusya'da asker tutmak anlamsız bir hale gelmişti. Almanya kaybetmiş ve antlaşmaya göre askerlerini sınırlarının gerisine çekmek zorunda kalmıştı. Bu, Ukrayna'dan da çekilmesi anlamına geliyordu. Churchill o sırada artık İngiltere yönetiminde değildi ve batıda savaşın sona ermesi üzerine Baltık Denizi ve Karadeniz üzerinden Rusya'ya asker gönderilmesi konuşuluyordu.
Belli bir plan olmaksızın Rusya'yı Kızıl ve Beyaz hükümet olarak bölmeye çalışmak pek işe yaramadı. Dahası Lenin'e kuşaklar boyu etkisini gösterecek Batı karşıtı bir propaganda yapmak için malzeme verdi.
Read More...

PROGRAMCININ KISIR DÖNGÜSÜ

Programcıların çalışırken harcadığı zamanın büyük bir bölümünün, hata ayıklamak ile geçtiğini söylemek sanırım çokta yanlış olmaz. Hatta bazen öyle durumlar ile karşılaşırız ki, kendi kendimize söylediğimiz ilk cümle şu olur genelde; “herşey doğru görünüyor ama çalışmıyor !”

Bu cümleyi kurduktan hemen sonra detaylı bir debug yaparsınız ve sürekli hata nerede acaba diye aynı yeri en az 5-6 kere test edersiniz. İşin kötü yanı ortaya çıkan bir hata yoksa, diğer bir deyişle ististani bir durum oluşmuyorsa genelde 2 ihtimal vardır. Birincisi yazdığınız kodda iş akışı hatalıdır. İkincisi uygulama alanı dışında bir eksiklik vardır. Yani mesela kodlar veritabanına bağlanıp bir tablodan select yapıp kayıt getiriyordur. Fakat ekrana kayıtlar gelmiyordur. En basit sorun tablo boştur veya sizin select sorgunuzdaki kısıtlara uygun kayıt tabloda yoktur. Bu durumda sizin uygulamanızdan, yazdığınız kodlardan tamamen bağımsızdır…

Konuyu çokta fazla uzatmayacağım. Kısaca demek istediğim şudur ki; bu gibi durumlarda genelde kendimizi ekrana yapıştırarak aynı kodu defalarca çalışırtırıp, neresi hatalı veya nesi eksik bulmak için saatlerce uğraşırız. Aradan saatler geçtikten sonra kodun hala çalışmadığını ve oluşan zaman kaybını ancak birşey dikkatimizi dağıttıktan sonra farkederiz. Böyle sorunlar ile karşılaştığımız zaman bir olaya odaklanmak yerine, tam tersine olabildiğince geniş düşünüp genel bir eksiklik aramaya çalışmalıyız. Hata aradığımız kapsamı mümkün olduğu kadar geniş tutmalıyız. Buda sakin bir kafa ister.O yüzden böyle durumlarla karşılaşınca, hemen bilgisayarın başından kalkın ve 10-15 dk tamamen başka konular üzerine birisiyle sohbet edin veya hava almaya çıkın. Sonra işinizin başına dönün ve iş akışıyla bağıntılı olarak, olabildiğince geniş düşünmeye başlayın. Olası bir çok durumu değerlendirip ne eksik onu bulmaya çalışın. Yine mi olmadı ? Sorun değil, gidin bir 10-15 dk daha kafa dağıtın, sonra yine düşünün…

Genelde eksik olan şeyi bulduktan sonra, “bu mudur yani” diyebileceğiniz kadar basit bir şey olduğunu farkedeceksiniz. Sorun da zaten , tek bir noktaya odaklandığımız için, bu kadar basit bir şeyi bile görememektir. Çözüm sadece, sakin ve geniş düşünmeyi gerektirir…
Read More...

SÜLAYMANİYE CAMİİ'NİN HARCI

İstanbul'un Haliç yamaçlarının üzerinde ve üçüncü tepesinde yer alan muhteşem bir külliyedir Süleymaniye Camii. Boğaziçi girişinden bakıldığında, caminin sadece eşsiz silueti bile insanı büyülemeye yeter. Süleymaniye'nin yapım aşaması bütünüyle görkemli bir efsanedir. Bunlardan en ilginç olanını aktarıyoruz. Mimar Sinan, Süleymaniye Külliyesi'nin temelini attıktan sonra, bu temelin oturması ve sağlamlaşması için inşaatı durdurmuş ve bir yıl kadarbeklemiş. İnşaatın ekonomik nedenlerden dolayı durduğu yolunda duyum alan ve Osmanlı ile her alanda yarış içinde olan Safevi şahı Tahmasb, fırsat bu fırsat diyerek Kanuni Sultan
Süleyman'ı utandırmak istemiş ve padişaha inşaat tamamlansın diye bir sandık dolusu mücevher göndermiş. Ancak rivayet olunur ki, buna çok sinirlenen Sultan, mimarbaşı Sinan'a gereğinin yapılmasını buyurmuş ve büyük usta da bu eşsiz hazineyi, Safevi elçisinin gözü önünde, bir dibekte dövdürüp toz haline getirterek Süleymaniye'nin inşaat harcına katıvermiş... Sabahın ilk ışıklarıyla güneşin gökyüzünde parıldadığı bir gün Süleymaniye'ye dikkatli bakın, parıldadığını göreceksiniz!

Bunu biliyor muydunuz?

Süleymaniye Külliyesi'nin muhasebe defteri Topkapı Sarayında korunuyor. 164 bölüm bünyesinde, 3.000'e yakın sayfadan oluşan bir muhasebe kaydı. Büyük bir iş gücüyle, dönemin tüm ekonomik ve teknik olanakları kullanılarak inşa edilen bu muhteşem külliyenin, yalnızca yedi yıl gibi kısa bir sürede bitirildiği biliniyor. Caminin ikisi avlunun ön köşesinde ve ikişer şerefeli, diğer ikisi de ana makamın köşelerinde üçer şerefeli olmak üzere dört minaresi var. Şerefelerin toplamda 10 adet yapılmasıyla, Kanuninin 10. sultan olarak Osmanlı tahtında
oturduğunun; dört minarenin ise, İstanbul'un başkent olduktan sonraki dördüncü padişah olduğunun simgesi olduğu rivayet olunur.
Read More...

OHH, OZON DELİĞİ DARALIYOR

Bugüne dek gözlemlenen hava koşulları ozon tabakasındaki deliğin 2006 ve 2008'den daha küçük olacağını gösteriyor. (Dünya Meteoroloji Örgütü)

BM'ye bağlı örgütün yayımladığı açıklamada, deliğin geçen yıla göre 2 milyon kilometre kare küçük olacağı ve 2007'deki boyutuna (25 milyon kilometre kare) yaklaşabileceği belirtildi.

Ozon tabakası uzmanı Geir Braanhen, bu yıl deliğin daha erken oluşmaya başladığını, 16 Eylülde boyutunun 24 milyon kilometre kare olduğunu söyledi.

Antarktika üzerindeki delik, her yıl ağustosta belirmeye başlıyor ve eylül sonu ya da ekim başında en büyük halini alıyor.

Uzmanlara göre insanın ozon tabakasına verdiği zararlar o kadar fazla ki, ozon tabakasının normal düzeyine ulaşması 2075'i bulabilir.
Read More...

ACABA SONUMUZ NASIL OLACAK

Binamaz ile şeytan arkadaş olur. Şeytan binamazın Allah'a secde etmediğini görünce derki: "Yahu! Ben Hz. Adem'e bir kere secde etmekle emrolunduğum halde etmediğim için ilahi huzurdan kovuldum. Sen ise hergün beş vakit namazda bu kadar secde etmekle emredilmişken hiçbirini etmiyorsun. Acaba senin halin nasıl olacak?"

Kamçı korkusundan kıldım: Hz.Ali bir gün mescitte arabın birinin yanlış namaz kıldığını görür. Hz. Ali gelir arabın yanına oturur,elinde bir de kamçı vardır. Namazı kurallarına uygun olarak yeniden kıldırır. Arap namazı bitirince Hz. Ali: "Şimdi kıldığın namaz mı hayırlıdır,önceki mi? "diye sorar. Arap "önceki" cevabını verir. Hz. Ali nedenini sorar. Arapda "öncekini Allah rızası için kılmıştım, sonrakini kamçı korkusuyla kıldım" der.

Bir günde iki kere alıyorum: Harun Reşid Bağdadın dışındaki bahçeleri gezerken,ihtiyar bir adamın hurma fidanı diktiğini görür,yanına gider ve sorar:
-Ey ihtiyar! Hurma ağacı kırk senede meyve verir. Sen ise yaşlısın. Meyvesini yiyemiyeceğin ağacı dikipde ne yapacaksın? İhtiyar cevap verir:
-Daha önce gördüğünüz bu ağaçları sırf bizim için dikmişlerdi. Bende bunu kendim için değil,benden sonrakiler için dikiyorum.
Bu cevap Harun Reşid'in hoşuna gider ve yaşlı adama ihsanda bulunur. Adam verilen parayı aldıktan sonra,eliyle sakalını sıvazlar ve "Allah'a şükür " der. Harun Reşid:"Niçin şükrediyorsun" diye sorduğunda adam şu cevabı verir:
-Herkes diktiği ağacın meyvesini kırk senede alır,oysa ben bugün diktiğim ağacın yemişini bugün alıyorum. Nasıl şükretmem?
Harun tekrar ihsanda bulunur. Adam bir kere daha şükrettikten sonra konuşmasını şöyle sürdürür: -Bu defaki şükredişimin sebebide şudur;başkalrı ağaçlarının ürününü yılda bir kere alırken ben bir günde iki kere alıyorum.

Ne talihli başın varmış: Adamın birini şahitlik için mahkemeye götürürler. Kadı şahidin aranan özelliklerini taşıyıp taşımadığını öğrenmek için bazı sorular sorar ve der ki: "Sen kuran-ı kerim okumayı bilirmisin" Adam " çok iyi bilirim" der.Kadı "ölü yıkamayı" diye sorar. Adam "onu da bilirim." der. Kadı "peki ölüyü mezara gömerken kulağına bir şeyler söylerler. Onu da bilirmisin?"  "evet " der. Kadı " ne dersin bakalım?". Adam "ne talihli başın varmış ki  öldün de bizim kadının huzuruna şahitlik için gelmekten kurtuldun" der.

Bizim duvardaki İstanbulmuş: Esbak Müneccimbaşı Osman efendi filan gece bir yangın çıkacağını söyler. O gece geldiği zaman ateşin nereden çıkacağını görebilmek için ara sıra evinin üst katına çıkar dolaşırmış. Yine bir kere çıkar,elindeki şamdan perdelerden birine dokunur,perde birden tutuşur,etrafa sıçrar. Duvarda birde İstanbul manzarası gösteren bir tablo vardır. Osman efendi, tablonun ateş aldığını görünce istihracının üzerine olduğunu anlar ve der ki:
-Hay Allah iyiliğini versin! Meğer yanacak bizim duvardaki İstanbulmuş
Read More...

BİLGİSAYAR ERKEK Mİ DİŞİ Mİ?

Öğretmen öğrencilerine sormuş "Bilgisayar erkek mi dişi mi sizce?"

Kız öğrenciler diyor ki:
Bilgisayar erkektir. Çünkü bilgisayarlar aslında sorunları çözmek için yaratılmalarına rağmen ömürlerinin dörtte üçünü sorun yaratarak geçirirler daha da önemlisi bunlardan bir tane aldığınız an, biraz daha sabretmiş olsaydınız
çok daha gelişmiş bir modeline sahip olabileceğinizi görüp pişman olursunuz.


Erkekler Diyor Ki:
Bilgisayar dişidir. Çünkü onun mantığını yaratıcısından başka kimsenin anlaması mümkün değildir. Yaptığınız en ufak hatayı bile hafızasına kaydedip tekrar tekrar önünüze koyar. Ve bir bilgisayar aldıktan sonra fark edersiniz ki, asil parayı ona gereken aksesuarlar için harcamak zorundasınız.

Peki ya sizce?   ;)
Read More...

ÖĞRENECEK ÇOK ŞEY VAR DAHA

1) Çağdaşlaşma Yolunda

l930'lu yılların Türkiyesi'nin Urla gibi bir Ege şehrinde dahi açlıktan insanların öldüğünü...

Ortalama bir memurun aylık maaşının 50 lira olduğu bu dönemde, çağdaşlaşma yolunda(!) 75 000 lira gibi büyük paranlar ödeyerek heykel yaptırdığımızı

2) Kendinizi Türklere Emanet Edin

16. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin gelişme yolu üzerinde direnmiş ve Türk orduları ile savaşa tutuşmuş olmasından dolay Katolik Avrupa tarafından kendisine "Hıristiyanlığın şövalyesi" ünvanı verilen Boğdan Beyi Büyük Stefan'ın ölüm döşeğin de, evlatlarına gayet ibretli bir şekilde:

"Belki de yakında himayeye muhtaç olacaksınız Asla Rus'a yanaşmayın. Haindir, sizi yok eder. Fakat kendinizi Türklere emanet edin. Adil ve merhametlidirler" diyerek nasihat ettiğini …

3) Talan Edilen Mirasımız

Şanlı Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazinin mübarek anası Hayme Hatunun Domaniç’teki türbesini ulu hakan Abdülhamid Han'ın, ecdadına hürmetinin ifadesi olarak büyük bir itina ile tamir ettirip pencerelerini atlas perdelerle kaplattırdığını ve zeminini de Hereke dokuması muhteşem bir halı ile, döşettiğini...

Daha sonraları iş başına gelen Halk Partisi döneminde ise o muhteşem halının türbeden gasp edilerek, partinin İnegöl ilçe yöneticilerinin kapılarına paspas yapıldığını ve atlas perdelerinin de kaymakamlık binasında kullanıldığını...

4) Ecdadımızın Silinmez İzleri

1976 yılında Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde, deniz suyunu tatlı suya çeviren bir tesisin açılışından sonra meslektaşları ile sohbete girişen dönemin Türkiye Büyükelçisi Necdet Özmen'in bir ara söze: "Bu Suudi Arabistan'ın ilk tuzdan arıtma tesisidir" diye başlaması üzerine

Fransız Büyükelçisinin hayretler içinde kalarak:"No... Sör... Bu Suudi Arabistan'ın ilk tuzdan arıtma tesisi değildir. İlki Osmanlılar'ın 1800.lü yılların sonunda yaptığıdır" diyerek ecdadımızın eşsiz mirasından habersiz yaşayan elçimizi mahcup ettiğini...

5) Bitmeyen Osmanlı Sevgisi

Balkanlar'dan Orta Doğu'ya kadar büyük bir coğrafyanın 1. Cihan Savaşından sonra elimizden çıkmasına rağmen, o topraklarda yaşayan halkın hala büyük bir hasretle "Osmanlı, Osmanlı " diye sayıkladığını ..

Budapeşte'den gelen bir yazarımıza bir Boşnak,ın'. "Madem ki İstanbul'a gidiyorsun Allah aşkına o şehrin toprağını benim için öp Allah benim canımı İstanbul'u görmeden . alması!" dediğini Trablusgarp'daki ihtiyar Cezayirlilerin , boyunlarına muska diye Osmanlı parası taktıklarını… Biliyor muydunuz?
Read More...

PRAMİTLER

  • Her biri 20 ton olan taslardan insa edilmistir.Ve bu taslarin temin edilebilecegi en yakin mesafe yüzlerce km. uzakliktadir. Bu taslarin nasil getirildigi bilinmemektedir.

  • Pramit kimin adina yapildiysa, onun bulundugu odaya, yilda sadece 2 kez günes girmektedir. (dogdugu ve tahta çiktigi günler)

  • Mumyalarda radyoaktif madde bulundugundan; mumyalari ilk kez bulan 12 bilim adami kanserden ölmüstür.

  • Pramitlerin içerisinde ultra sound, radar, sonar gibi cihazlar çalismamaktadir.

  • Kirletilmis suyu, bir kac gün 'Pramit'in içine birakirsaniz; suyu aritilmis olarak bulursunuz.

  • Pramit'in içerisinde süt bir kaç gün süreyle taze kalir ve sonunda bozulmadan yogurt haline gelir.

  • Bitkiler Pramit'in içinde daha hizli büyürler.

  • Pramit' in içine birakilmis su 5 hafta süreyle bekletildikten sonra yüz losyonu olarak kullanilabilir.

  • Çöp bidonu içindeki yemek artiklari hiç koku nesretmeden Pramit içinde mumyalasir.

  • Kesik, yanik, siyrik gibi yaralar büyükçe bir Pramit'in içinde daha çabuk iyilesme egilimi gosterir.

  • Pramitlerin bazi odalarinin içinde ne oldugu hakkinda bir bilgi yoktur. Arastirmacilarin çogu ya içinde kayboldu ya da ayni yerde bir kaç tur attilar fakat içlerini göremediler.

  • Pramitlerin yazin içi soguk kisin içi sicak olur.
Read More...

FİZİK SORUSU

Bir gokdelenin yuksekligini barometre ile nasil bulursunuz, anlatiniz." Ogrencilerden birinin cevabi: "Barometrenin ucuna bir ip baglarsiniz. sonra gokdelenin tepesinden asip sallarsiniz. Barometre yere degdiginde ipin boyuyla barometrenin boyunun toplami gokdelenin yuksekligini verecektir." Bu oldukca orijinal cevap hocayi cileden cikartmaya yetti ve ogrenci dersten kaldi.

Ogrenci cevabinin dogrulugu konusunda itirazda bulundu ve Unv. Durumu cozmek icin baska bir hoca gonderdi. Bu noktada ogrenci hakkinda ne dusnurdunuz? Sizin karariniz ne olurdu ? Cocuk kalmali mi gecmeli mi ? Yeni hoca, hoca cevabin aslinda dogru olduguna fakat kaydadeger bir fizik bilgisinin varligini gostermedigine karar verdi.

Sorunu cozmek uzere oprenciyi gap}r}p en azindan asgari bir temel fizik bilgisi olup olmadigini anlamak icin ona alti dakika vererek sorunun sozlu cevabini vermesi kararini aldi. Ilk bes dakika genc sessizlige gomuldu. Alni dusunceden kiris kiris olmustu. Hoca zamanin tukenmekte oldugunu hatirlattiginda genc cesitli cevaplarinin oldugunu fakat hangisini kullanacagina karar veremedigini soyledi. Tekrar acele etmesi tavsiye edilince genc soyle cevapladi: "Ilk olarak, barometreyi gokdelenin tepesine cikartip kenarindan asagi birakip yere inene kadar gecen sureyi olcersiniz. Binanin yuksekligi (H=0.5 x g x t kare) formulu uygulanarak hesaplanabilir. Fakat barometre icin kotu bir secim..." "Veya gunes parliyorsa, barometrenin yuksekligini olcersiniz. Sonra onu bir yere dikip golge uzunlugunu ve sonra da gokdelenin golge uzunlugunu olcebilirsiniz. Bundan sonrasi basit bir orantiyi cozmek olacaktir" "Fakat bu konuda gok bilimsel bir cevap istiyorsaniz barometrenin ucuna bir sicim baglayip onu bir sarkac gibi sallandirabilirsiniz; once yer seviyesinde daha sonra da gokdelenin tepesinde. Yuksekligi T=2pi kare kvk (I /g)formulundeki farktan yararlanarak bulabilirsiniz." "Yahut da gokdelenin disarisinda bir yangin cikis merdiveni varsa barometreyi bir cetvel gibi kullanarak yukariya cikarken gokdelenin boyunu barometre yuksekligi biriminden sayip bunlari toplayabilirsiniz." "Eger ille de sikici ve ortodoks olmak istiyorsaniz, tabii ki barometre ile gokdelenin tepesindeki ve yer seviyesindeki basinci olcer milibar cinsinden cikan farki feet'e cevirebilirsiniz ve yuksekligi bulursunuz." "Ancak bizler daima zihnin bagimsizligi ve bilimsel metodlar kullanma konusunda tesvik edildigimiz icindir ki en iyi yol suphesiz hademenin kapisini calmak ve yeni bir barometre isteyip istemedigini sorarak gokdelenin yuksekligini soylemesi durumunda ona bu barometreyi verecegimizi soylemek olurdu." Simdi genci dinledikten sonra hala ayni seyi mi dusnuyorsunuz ? Gecmeli mi kalmali mi ?


Ogrencinin adi: Niels Bohr, Fizik'te nobel odulu kazanan tek Danimarkali.

Read More...

Fatih’i İstanbul’a sokmayan adam

Birçok büyük hükümdarın olduğu gibi, Fatih Sultan Mehmet'in de efsane ve öykülerde ismi geçmiş sıkça. İşte bunlardan biri...

Fatih Sultan Mehmet İstanbul'a yerleştikten sonra, kentteki günlük yaşam normale döndüğünde, bir gün ava çıkmak istemiş. Sultan, kentinin surları dışına çıkmış, uzaklaştıkça uzaklaşmış, avı da uzadıkça uzamış. Kente dönmeye karar verdiğinde de hava kararmaya başlamış.

İstanbul'u fetheden hükümdar, sur kapılarının önüne geldiği sırada, kapının kendisinin emrettiği şekilde kapalı olduğunu görmüş ve nöbetçi askere içeri girmek için emir vermiş. Karanlık basınca kapıların kesinlikle kapanması emrini alan nöbetçi yeniçeri, kapıyı hiçbir şekilde açmaya yanaşmamış. Sabrı taşmakta olan sultan kızmaya ve yüksek sesle bağırmaya başlamış. Yeniçeri hiç oralı olmamış, çünkü gece olduktan sonra kente kimsenin alınmayacağına dair Fatih Sultan Mehmet'in kesin emri varmış. Fatih bakmış ki bu asker laftan hiç anlamıyor, verdiği emre titizlikle uyuyor, hemen sultan başlığını ve kaftanını giyip "Şimdi tanıdın mı sultanını asker? Ben Padişah Mehmet" diye bağırmış. Asker sapsan kesilmiş ve bir koşuda kapıyı açmış büyük padişaha...

Bunu biliyor musunuz?

Size anlattığım bu hoş öykü belki de yaşanmıştı, ne dersiniz? Bu hikâyenin sonunda Fatih askere, bu inatçı kahramanlığından ötürü, "sen ne yavuz bir ermişsin" demiş diye rivayet olunur. Bugün, Unkapanı'nın bitiminde İstanbul Manifaturacılar Çarşısına dönülürken yol kenarında bulunan ve 1455 yılında yapılan Yavuzer Sinan Camii'nin, işte bu yavuz yeniçeri tarafından yaptırıldığı söylenir. Aktarması benden, inanıp inanmamak sizden...
Read More...

Osman Gazi


Babası . Ertuğrul Gazi

Annesi . Hayme Hatun
Doğumu : Sögüt (M. 1258 - H. 656)
Vefatı . Bursa (M. .1326 - H. 726)
Saltanatı : 1299 - 1326 (27) sene



Osman Gazi, Ertuğrul Bey'in üç oğlundan birisidir. Osman Bey diğer kardeşlerinden büyük değildi, fakat adeta bir idareci olarak yaratılmıştı. Zira bu hususta çok büyük kaabiliyet sahibi idi. Babası vefat ettikten sonra diğer bütün beyler, ittifakla Osman Bey'i aşiretin reisi olarak tanıdılar.Osman Bey, beyliğin bayna geçtiği zaman,23 yaşında idi. Uzun boylu, geniş göğüslü, kaIın ve çatık kaşlı, elâ gözlü ve koç burunlu idi. Iki omuzları arası oldukça geniş, vücudunun belden yukarı kısmı, aşagı kısmına nisbetle daha uzundu. Çehresi yuvarlak ve teni buğday renginde idi.Büyük şeyhlerderi Edebalı'nın evinde misafir iken, istirahat için gösterilen odada, Kur'an-ı Kerim'i görünce, sabaha kadar saygısından yatmadığı ve geceyi uykusuz geçirdiği çok meşhurdur. şeyh bu durumdan cok memnun kaldığı için kendisini kızı ile evlendirmiş ve hayır dualar etmiştir.
Osman Bey, 1287'de Karacahisar'ı fethetti.1280'de Domaniç'te Bizanslıları yenerek Bilecik'i fethetti ve Selçuklu Hükümdarı tarafından uç beyliğine verildi. 1299'da Inegöl fethedildi.Selçuklu Devleti yıkıldı ve Osman Bey müstakil beyliğini ilân etti. 1300'de Yenişehir ile Köprühisar, 1302'de ise Akhisar ve Koçhisar fethedildi.Osman Bey'e babasından kalan arazinin genişliği 4800 km. kare idi. Kendisi vefat ettiğinde ise, beyliğin toprak genişliği 16.000 km.kareye ulaşmıtı.Vefat etmeden önce oğlu Orhan Bey'e şöyle vasiyet etmiştir :oğullarıma ve bütün dostlarıma birinci vasiyetim Şudur ki; her zaman gazaya devam ederek, Din-i Celil-i İslâm'ın yüceliğini yaşatınız. Cihadın kemâline ererek, sancağı şerifi hep yüksekte tutunuz. Her zaman İslâm'a hizmet ediniz. Zira Cenâb-ı Hak benim gibi zayıf bir kulunu ülkeler fethetmek için memur etti. Gaza ve cihadlarınızla Kelime-i Tevhid'i çok uzaklara götürünüz. Hanedanımdan her kim, hak yoldan ve adaletten saparsa mahşer gününde, Rasülü Azam'ın şefâatinden mahrum kalsın. Oğlum! Dünyaya gelen hiç bir insan yoktur ki, ölüme boyun eğmesin. Bana da, Hz.Allah'ın emri ile şimdi ölüm yaklaştı. Bu devleti sana emanet ediyorum. Seni de Mevlâ'ya emanet ettim. Her işinde adaleti üstün tut.
Vefatında 68 yaşında idi. Tarih ise, Ağustos 1326'yı gösteriyordu. (Allah rahmet eylesin.) Vefat ettiğinde geriye bıraktığı mal varlığı şunlardı : Bir at mrhı, bir çift çizme, birkaç tane sancak, bir kılıç, bir mızrak, bir tirkeş,birkaç at, üç sürü koyun, tuzluk ve kaşıklık.Osman bey vefat ettiği zaman zayıf bir rivayete göre, Söğüt'te babasının yanına defnedilmiş ve Bursa alınırsa oraya defnini vasiyet etmişti. Bunun için 1326'da Bursa alındıktan sonra vasiyeti yerine getirilerek cesedi Bursa'ya nakledilip, Hisar'da (Saint Eli) namına yapılmış olan Gümüşlü Künbed'e defnedilmiştir. Fakat vekayün tetkikine göre vefatın 1326'da Bursa'nın teslim alınmasından sonra olduğu anlaşılıyor.
Osman Bey zamanında yaşayan Islâm büyükleri :
Silsile-i Sâdât-ı Nakşıbendiyye'nin onuncu ve onbirinci halkalarını teskil eden, Hâce, Arif Rivgiri ve Hâce Mahmud İncir Fagnevi (k.s.)Hazretleri, şeyh Saadettin Cibavi, Bahaüddin Veled ve müellif Pehlivan Mahmud Poyraz.
Çocukları :
Pazarlı Boy, Çoban Bey,Hamid Bey, Orhan Bey, Alaeddin Ali Bey, Melik Bey, Savcı Bey. Fatıma Hatun.

Read More...

ASP.Net GridView Kullanımı

ASP.Nette ikinci dersi anca hazırlayabildim arkadaşlar. bu derste ASP.Nette GridView kontrolünün kullanılmasını öğrenicez. ilk olarak Microsoft Visual Studio programımızı çalıştırıyoruz. Toolboxdan GridView öğemizi çalışma sayfamıza yerleştiriyoruz. yapacağımız işlem şu: veri tabanımızdaki verileri ekrana yazdırmak. işte GridViewi burada kullanıcaz. önceden Accesste bir tablo oluşturalım ve içine istediğimiz verileri girerek kayıt edelim. bu veritabanımızın App_Data içerisinde olması gerekiyor. dosyamızı App_Data içerisine kayıt edip çalışma sayfamıza geliyoruz.




Ok ile gösterilen yere tıkladığımızda karşımıza bazı seçenekler gelecektir.
oradan choose date source den new date source tıklıyoruz. gelen ekrandan
access database seçip okeyliyoruz. Çıkacak olan ekrandan browse i tıklıyoruz ve
karşımıza üst sağdaki ekran geliyor. burada App_Data i tıkladığımızda sağ tarafta
içerisindeki veri tabanları gözükmelidir. eğer gözükmez ise çalışma sayfamıza gelip,
sağ üst taraftaki Solution Explorer bölmesindeki App_Dataya sağ tıklayıp refresh
diyoruz. aynı işlemleri tekrarlayarak geldiğimiz yerden veritabanımızı seçip okeyliyoruz.

Next diyoruz.

Buradan ekranımızda göstermek istediğimiz,
veritabanımızda yer alan verileri seçiyoruz.
Next diyoruz. çıkan ekranda test ediyoruz çalışmamızı, çalışacaktır. Finish diyoruz.
F5 e basarak örneğimizi çalıştıralım.



Ekran çıktımızı elde ettik. fakat benim ekran çıktım sizinkinden biraz farklı. bunları elde etmek için en başta ok ile gösterdiğim yerden Enable ...
yazan yerleri seçtim. istediklerinizi seçebilirsiniz.
bir sayfada kaç adet veri gözükeceğine Properties penceresindeki PageSize özelliği ile karar verebiliriz.


Başka dersler de görüşmek üzere. :)

Hazırlayan: Hüseyin KÜÇÜK
Read More...

AVRUPA ANTAKYA'DA BÖLÜNDÜ

İmparator Alexius ve Antiokya (Antakya) Kuşatması 1097, Bizans İmparatorluğu
Avrupa'da hem politik, hem de dinsel olarak bir güç bölünmesi yaşanıyordu. Dokuz yüz yıllık tarihinde Roma İmparatorluğu'nun doğusu ve batısı arasındaki fark çok belirgindi ve ayrılması doğaldı. O zamanlar Batı'da Bizans İmparatorluğu pek önemli görülmüyordu. Asillerin ve baştakilerin günlük yaşamları ise merak ediliyordu.

İznik Konsülünün aldığı kararlar bile Hıristiyanların çıkarlarından daha az önemliydi. Hükümetler bölünmüş olsa bile Büyük Roma İmparatorluğu'ndaki
yerlerini hatırlıyorlardı. Bu öyle güçlü bir imajdı ki, bin yıl sonra bile Avusturya monarşisi kıskançlığını sürdürecekti. Yunanca konuşan ve kendilerine Rhomaio, imparatorluklarına Romania diyen vatandaşlar da vardı. Avrupa'yı bölen din değildi, Konstantinopol'de tahta çıkan imparator Alexius'du.

İslam orduları Suriye'yi ve Balkanların çoğunu fethettiğinde Bizans'ın vergi geliri de hayli düştü. Sonuç olarak imparator gelirlerini artırmanın yollarını aradı. Birçok çabasından biri de Roma'daki Papa'yı yardıma çağırmak oldu. Uydurulan bahane de kutsal toprakları özgürleştirmekti. Papa'nın ise bir sorunu vardı. Pek çok işsiz asker etrafta başı boş dolanıyordu. Alexius'dan yardım isteyen bir mektup alınca, Tanrı'nın iki soruna birden bir çözüm gönderdiğine inandı. Papa Urban kutsal toprakları kurtarmak için yapılacak bir haçlı seferi için çağrıda bulunmaya başladı. İşsiz ve sabırsız askerler, topraktan yeterince kazanamayan çiftçiler ve onur kazanmak isteyen soylular ya da evlerinde sıkılanlar söz verilen cennet mekanlarını kazanmak için orduya katıldı. Alexius birkaç bin adam beklerken binlerce şövalye ve askerin çağrısına yanıt verip Konstantinopol'e gelmekte olduğunu öğrendi. Bu kadar çok insanı kendi şehrinde barındıramazdı Alexius. Ayrıca gelenlerin, ülkesinden arta kalanı elinden alma ihtimali de yüksekti. Gelenlerin çoğunun burnu büyük, şiddet düşkünü ve aynı zamanda cahil olması da durumu zorlaştırıyordu. Zaten bir yüzyıl sonra bu korkulan da gerçekleşecekti. Konstantinopol Osmanlı Türklerine geçtiğinde nüfus yüzde altmış azalmış olacaktı.

Bizans İmparatoru bir çözüm buldu. Haçlı ordusu ulaştığında askerler ona bağlılık yemini etmeden kimseyi içeri almayacağını açıkladı. Bu aynı zamanda fethettikleri toprakların da ona ait olması anlamına geliyordu. Bu, iyi güzeldi de, bağlılık ilan edilen lordun da sorumlulukları vardır. En önemlisi de yardım ve koruma sağlamalıydı. Batı krallıklarında bu çoğu zaman yakalanan bir şövalye için gerekli fidyeyi ödeyip onu kurtarmak anlamına gelirdi. Bu, bütün şövalyelerin hatta düşmanların bile birbirini tanıdığı küçük Batı krallıklarında uygulanan bir yöntemdi. Ama Alexius, güçten düşmüş olsa da büyük bir imparatorluğun başındaydı. Büyük bir ihtimalle o zamanlarda Konstantinopol'de Paris'tekinden çok insan yaşıyordu.

Alexius yeni "kullarım" apar topar savaşa gönderdi ve birkaç ay içinde bu ordu bir Selçuklu Türk birliğini yendi, Antiokia'yı'u (Antakya) kuşattı. Kuşatma uzun sürdü, bu da Selçuklulara yeni bir ordu kurmak için zaman kazandırdı. Haçlılar Alexius'un zamanında gönderdiği erzak sayesinde kuşatmayı başarıyla sonuçlandırdı. Ama birkaç ay sonra bu kez Selçuklu ordusu Antioch'u uşattı. Ancak Selçuklular surları aşamadı ama bir süre sonra yeni bir ordu daha
oluşturdular.

Batı'da beklendiği gibi Haçlılar bağlılık yemini ettikleri lordun gelip kendilerini kurtarmasını beklediler. Alexius'un ise sadece bir ordusu vardı. Hem Konstantinopol'ü korumak, hem de işgale karşı savaşmak gibi iki işlevi vardı ordunun. Alexius'un kullarına yardım etmesi gereken bir tanrı gibi mi, yoksa ülkesini koruması gereken bir imparator gibi mi davranacağına karar vermesi gerekiyordu. Antioch'a ilerlerse hızlı ve kayıpsız bir zafer kazanması gerekirdi, çünkü ordusu zarar görürse Konstantinopol'ü savunacak kimse kalmayacaktı. Oraya kadar gidip de başaramazsa geri dönüşü, telafisi yoktu. Türkler koruma sözü verdiği milyonlarca insana ulaşacaktı.

Karar Romalı stratejisine uyuyordu. Ordusu bir garanti olarak duracaktı ve haçlıları kendi imkanlarıyla bırakacaktı. Onların sadece lordu olmuştu ve imparatorluğu daha önce gelirdi. Haçlılar bunu bir ihanet olarak gördü ve çok sinirlendi. Ama öfke önemsiz bir tepkiydi. Bir ay sonra büyük bir sürpriz yaparak, haçlı ordusu Antioch'dan kaçmayı başardı. Bu kaçışın ardından moral bulan askerler başka şehirleri ele geçirdiler. Alexius'a verdikleri bağlılık sözünden Alexius'un ihaneti dolayısıyla kurtulmuşlardı. Artık kendi krallarının emirlerine uymaya karar verdiler. Bu haçlılar artık kahraman olmuştu. Batı Avrupa'ya döndüler ve Alexius'un nursuzluğundan ve iki yüzlülüğünden bahsettiler.

Alexius'un korumayı seçtiği şehir sakinlerinden biri olsaydınız doğru kararı verdiğini üşünürdünüz. Haçlılar zaten güçsüzleştiği ve onlardan umut kesildiği için askeri açıdan da doğru karar buydu. Ancak Batı dünyasının soylularını yardıma ihtiyaçları olduğunda yalnız bırakmakla iki Avrupa'yı birbirinden ayırdı ve bu ayrım hala devam ediyor. Zaten çabaları da başkenti kurtarmak için yeterli olmadı. Alexius'un aldığı bu karar yüzünden Bizans'ın düşmanları olduğu fikriyle büyüyen bir sonraki nesil, Konstantinopol'ü Hıristiyan dünyasının bir parçası olarak görmedi. Şehir 1453'te de Türklerin eline geçti.
Read More...

Kız Kulesi , Aşk Kulesi

Birbirinden farklı onlarca öyküye sahip olan bu efsanevi kule, aslında görünmez ve küçük bir adacık olan kayalığın üzerinde yükselir. Kuleye "Kızkulesi" adını Türkler verdiler. Daha önce Damalis, Leandros gibi isimlerle anılan bu şirin yapı, birçok efsaneye konu oldu. Bir rivayete göre, bir falcının baktığı falda, kızının yılan tarafından sokulacağını öğrenen imparator, sevgili evladını ölümden kurtarmak için bu adaya saklar. Ancak, gönderilen bir incir sepetinden çıkan yılan, yine de zavallı kızı sokar ve öldürür.

Kızkulesi ile ilgili bir başka efsane, Hero ve Leandros adlı iki aşığın hazin öyküsünü dile getirir. Efsaneye göre Hero, Afrodit Tapınağı'na bağlı bir rahibeydi ve aşk ona yasaktı. Kızkulesi'nde yaşayan Hero'ya aşık olan Leandros, yüzerek her gece yüzerek adaya gelir, ona aşkını fısıldamış. Gece karanlığında güzel rahibenin yaktığı ateş Leandros'a yol gösterilmiş. 12 Ancak, fırtınalı bir gecede rüzgâr meşaleyi söndürmüş ve Leandros yolunu yitirerek karanlık sularda boğulmuş. Bunu öğrenen Hero da kendisini Boğaziçi'nin soğuk sularına atıvermiş...

Bu efsanevi kule ile ilgili Osmanlı'nın da bir öyküsü olacak elbette. Bir başka efsane kahramanı olan Battal Gazi kuleyi basmış; tekfurun kızını ve hazinelerini alarak Üsküdar kıyısındaki atma atlayıp hızla oradan kaçmış. Eskiler derler ki "Atı alan Üsküdar'ı geçti" sözü buradan türemiştir...

Bunu biliyor muydunuz?


Bu kule, Bizans döneminde gözlemeyiydi ve gelen geçen ticaret gemilerinin kontrolü burada gerçekleştirilirdi. İstanbul'dan, Sarayburnu önlerinden bu adaya da bir zincir çekiliydi, tıpkı Halic'e gerildiği gibi! Türkler İstanbul'u aldıktan sonra, eski kule yıktırılıp yerine yenisi, ahşap olarak yapılmış. 1719da bu kule yanınca, bina yeni baştan ve taştan inşa edilmiş. 18. yüzyıl sadrazamlarından Hekimoğlu Ali Paşa, 1755 yılında Sultan III. Osman tarafından bu kuleye hapsedilmiş. I. Mahmut'un saray kızlarağası Beşir'in de boynu, Kızkulesi’nin.
dalgaların dövdüğü kayalıklarında vurulmuş. 1839 Tanzimat Fermanının ilanından sonraki yıllarda bir süre karantina işlevi gören Kızkulesi, yakın zamanlara kadar deniz feneri görevi yaparken, günümüzde özellikle turistlere hizmet veren bir İstanbul güzelliği olarak hizmetini sürdürüyor.
Read More...

Bunu biliyor muydunuz?

Antik Roma kentinin yedi tepe üzerine kurulmasının, İmparator Büyük Konstantinos'u (Constantinus) çok etkilediği, İstanbul'u da Roma ya benzetmek amacıyla, yedi rakamına yönlendirdiği anlatılır. İmparator, bu yedi sayısını uğurlu ve kutsal sayıyordu. Sarayının ana salonu, 'Hepta Likhnos" yani "yedi kandilli" adını almıştı. İmparatoru korumakla görevli, "yedi kıta dan oluşmuş bir muhafız alayı vardı. Konstantinos, kendisini, çevresinde "yedi gezegenin dönüp durduğu güneş yerine koymuştu. Çemberlitaş üzerindeki heykeli de zaten bu 7 durumu betimlemekteydi. İstanbul'un ünlü tepelerine gelince...

Birinci tepe, bugün
Topkapı Sarayı ve Sultanahmet Camii'nin yer aldığı yükseklikti (Akropolis). İkinci tepe, Çemberlitaş diye bilinen, Konstantin Sütununun bulunduğu bölge ve çevresi; üçüncüsü Beyazıt ve Süleymaniye alanıydı. İstanbul'un dördüncü tepesi, derin bir vadiyle yarılmış olan Fatih, beşincisi de Fenerin üst kısımlarında, Yavuz Selim Camii’nin bulunduğu bölgeydi. Altıncı olan Mihrimah Suttan Camii’nin yer aldığı Edirnekapı Tepesi uydurma, çünkü rakamı yediye yükseltmek için uydurulmuştu. Son tepe ise Marmara Denizine bakan yükselti, yani Cerrahpaşa sırtlarıydı.
Read More...

Ne Ki Bu?

Ne ki bu;
Biz küçükken elimizde bonibon şekerleri olurdu,
Şimdi ise çocukların elleri renkli haplarla dolu.
Hep oku nasihatini iştirdik, "oku ki öğren",
Okuyoruz ama öğrenemiyoruz, tek öğrendiğimiz bilmediğimiz çok şey olduğu.
Küçükken arkadaşlık kardeşlik demekti, kanlarımızı karıştırıdık çocuk aklınca,
Şimdi arkadaşlık düşmanlık demek oldu, çocukların elleri kum değil kan oynar oldu.
Eskiden korktuğumuz karanlık içindeki hareketlerdi, yoganın altına girince kurtulurduk hepsinden,
Kurtulacak yerimiz kalmadı, gölgeler çoğaldı, her şey herkes tuzak kurar oldu.
Sevginin manası güven, özveri, bağlılık, özlem vb. iken,
Sevgiliye av gözüyle bakmak yeni doğdu.
Kardeş için var olmak, yaşından uzağı kardeş bilmek ant ile öğretilirdi,
Şimdi ise hayvani duygular kardeşlere uğrar, kardeşler birbirini saymaz oldu.
Olması gereken şeyler ertelenmezdi, insanları mutlu etmek mutlu ederdi bizleri,
Zaten olması, yapılması gerekenin adı artık iyilik yapmak oldu.
Sadece bilgili olmak değildir adam olmak, asıl olan davranış ile bunu tamamlamak,
Ortalık gereksiz kasıntı doldu, akıllıların yeri münzeviyat oldu.
Read More...

Aldatan Hisler

Ömür çok kısa.Önemli olan hayatı yaşayabilmek.Bir iz bırakabilmek!Ama nasıl?Ya bir yalansa?Ya da bir rüyaysa?Boşa mı gider emekler?Pembe pembe mi?Ya yeşilse?Ya ben ‘ben’ değilsem de SENsem?Duygularımız klasikse,bir daha yaşanamayacaksa?...

Belki de hem muhteşem hem de korkutucu olan akıbet yok olup gitmekse...Bedeninin her bir hücresinin apayrı yerlere-okyanus diplerine,bir dağdaki çiçeğin toprağına ya da masmavi gökyüzüne- dağılması!Ya düşüncelerin?!Onlarda ‘benim’ içimde.O zaman onlarda yok olup gidecek!Ama onlar sonsuza dek yaşayacak olan RUHumdaysa yok olup gitmeyecek,sonsuza akacak.Ve ey SEVGİLİ sen bedenimde değil ruhumun her köşesinde,dibindesin!Sonsuza dek benimlesin.

02 Mayıs 2008 Sibel PEHLİVAN
Read More...

Global Masonluk





Kaynak: Harun YAHYA (Global Masonluk)


Read More...

Plan ve Ben

Plansızlık ne kadar kötü değil mi?Her geçen gün diyorum yarınımı planlayacağım diye.Şu saatte bunu yapacağım şu saatte uyuyacağım şu saate iş şu saatte eğlence.Ama olmuyor bir kaç gün devam ediyor böyle.Plana az çok uyuyorum ama istediğim gibi olmuyor.Ertesi gün -hoppala buda nerden çıktı-teyzemler geldi.Plan tamamen alt üst oldu.Daha başka bir gün misafir geldi.Plan yine alt üst...Ondan sonra bir daha plan falan yapmayacağım dedim.Daha sonra düşündüm ki ben planlarımı yazıya dökmüyorum.Evet evet tüm sorun buydu.

Hemen kağıda döktüm aklımdakileri.Evet tespitim doğruymuş.Birden daha bir düzenli gibi geldi gözüme.Hemen uygulamaya başladım. Güzel!!!Devam etti böyle bir-iki hafta kadar.Sonra yine bir huzursuzluk daha doğrusu mutsuzluk kapladı içimi.Şimdi ne oluyordu bana?İnsan kendini bilmez mi elbette bilir.Bende biliyorum kendimi. Şimdi de bir robotmuşum gibi geliyordu bana.Evet ROBOT.Belirli saatlerde uyuyan belirli saatlerde eğlenen.Tüm hayatını bir plan dahilinde yaşayan insan görünümlü ROBOT.Oysa ben içimden geldiği gibi yaşamaya karar vermiştim.Planımı bir kaç gün uygulamayacaktım.İçimden geleni yapacaktım....

Ne var ki en sonunda çözdüm kendimi.Bana en uyan bir plan yaptım kendime.Planlı plansızlık.Ne komik ama.Sıkılınca bir ara veriyorum planlara.Plansız yaşa.Ama bu da planlı olmuyor mu şimdi? İnsanın geleceği bilmemesi ne kadar kötü dün yaşıyordunuz bugünü bilmeden bugünü yaşıyoruz yarını bilmeden yarınlar kim bilir neler getirecek bize! belki üzüntü belki sevinç belki keder, hüzün ve de yalnızlık belki de neşe,mutluluk ve beraberlik cevap bulamayacağımız sorudur geleceğin nasıl oluşu aslında geçmişimizi de pek bilmeyiz dünyanın nasıl oluştuğunu ve nasıl yok olacağını ilk insanların nasıl yaşadığını da gelecekte nasıl yaşayacağımızı da Kocaman ve bilinmeyen iki seçenek duruyor önümüzde:geçmiş ve gelecek.Gelecek geçmiş olmakta ve bu hep böyle devam etmekte insanlar çocukken geleceğe özenmekte onu düşlemekte yaşlanınca da geçmişini aramakta sonuçta aranan zaman aynı.peki ya gençler? Evet hiç bahsetmediğimiz zaman onlara düşüyor şimdiki zaman şu an.


02 Mayıs 2008 Sibel PEHLİVAN
Read More...

Doğru da neymiş?

Bazen anlıyorsunuz ki hayatta tüm öğrendiklerinizin yalan olduğunu gerçek mutluluğun dostluluğun hatta aşkın olmadığını insanların kendi kendisini avutması için söylenen yalanlar olduğunu tüm insanlık boyun eğip kabul etmiş sürü psikolojisi gibi mutluluk yaşadık diyorlar sahte gülüşler sahte dünyalar mutluluk mu bu?
Onlara göre evet çığlık atsanız da duyamaz onlar sizi çünkü tıkalı kulakları gerçekler acıdır diye öğrenmişler ondan duymuyorlar gerçeği bilmiyor ki her acının sonunda bir güzellik var gerçekten var mı bilmiyorum şüpheliyim ama bekleyip görebilirim pekala ömrümü bir de bunun için harcayabilirim gözyaşlarınızı kimse silmez yavaşça süzülür gözlerinizden dudaklarınıza doğru teselliniz yoktur bakışlarınız tek noktada düşünceleriniz tek bir şey yalan mı? Sorusu ve o zamana anlıyorsunuz gerçeği tek başınasınız ve kocaman yalan dolu bir dünyadasınız en sevdikleriniz size öğretmiş bu yalanı yalan olduklarını bile bile yaşıyorlar yaşıyorlar siz ne yapacaksınız artık şimşekler çaktı kafanızda gerçek tam da karşınızda karar veriyor musunuz verebiliyor musunuz?



6 Nisan 2008 (Pazar) Sibel Pehlivan
Read More...

SEVGİ İÇiN HERSEYE DEĞER

Tam bir dolar seksen yedi senti vardi. O kadar ne bir eksik, ne birfazla. Della, paralari üç defa saydi. Bir dolar seksen yedi sent, o kadar. Halbuki ertesi gün yeni yila adim atilacakti. Della'nin evi, haftada sekiz dolara tutulmus mobilyali bir apartman. Tasvire deger bir hali yok. Tam bir fakirhane. Gözyaslari dindikten sonra Della eline bir ponpon alarak yüzünü pudraladi pencerede durarak apartmanin o kasvetli arka avlusundaki parmakliklar üzerinde yürüyen bulut renkli kediyi aptal aptal seyretti. Ertesi günü Yilbasiydi ve kocasi, sevgilisi Jim'e hediye alabilecegi sadece bir dolar seksenyedi senti vardi. Bu parayi da aylardir yavas yavas biriktirmisti . Halbuki
simdi hiçbirise yaramadiklarini görebiliyordu. Sevgili Jim'ine güzel bir sey almak hususunda hülyalar kurarak birçok mesut anlar yasamisti.

Pencereden uzaklasarak kendini aynanin karsisina atti. Gözleri piril piril parliyordu, ama yirmi saniye içerisinde rengi uçuvermisti. Saçlarini çözerek omuzlarinin üzerine döktü. Iftar ettikleri iki seyleri vardi. Biri Jim'in büyükbabasindan kalan altin saat, digeri de Della'nin omuzlari üzerine dökülen saçlari. Della'nin saçlari altin renkli bir çaglayan gibi parlayarak ve dalgalanarak dizlerine kadar döküldü ve elbise gibi vücudunu örttü. Bir aralik bir an durdu. Tereddüt eder gibi oldu. Yerdeki kirmizi tüyleri dökük haliya iki damla gözyasi akti. Della, gözlerinin yasi kurumadan kapidan firladi.

"MM. Sofronie. Her nevi saç levazimi " ibaresi tasiyanbir tabelanin önünde durdu. Bir hamlede içeri girdi. "Saçlarimi satin alir misiniz?" diye sordu. Madam, saçlari piskin bir alici eliyle yaladiktan sonra " 20 dolar " dedi. Della, "Peki,derhal" cevabini verdi. Ondan sonraki iki saati pembe bir bulut üzerinde uçar gibi sevinçle nasil geçirdigini bilmiyordu. Jim için almak istedigi hediyeyi bulmak için dükkanlarin altini üstünü getirdi. Nihayet bulabildi. Altin saat zinciri. Zincir, Jim'in o emsalsiz saatine layik derecede güzeldi. Eve gitti, saçlarina bakti. Jim'in bu hayalini begenmesi için dua etti.

Az sonra Jim kapiyi açip içeri girdi. Gözlerini sevgilisine dikmis sadece bakiyordu. Sonra, hediyesini uzatti. Della paketi açtiginda, ipek gibi saçlari için uzun zamandir begenip alamadigi bir çift tarak gördü.

Gözlerinden yaslar süzülmeye basladi. Kendisini toparladi, tatli bir tebessümle Jim'e hediyesini uzatti. Jim, paketi açtiginda saat zincirini gördü. Ama artik saati yoktu. Çünkü, Della'nin güzelim
saçlarina çok begendigi taraklari alabilmak için o da saatini satmisti. Üzülmediler... çünkü önemli olan tek sey vardi sevgileri..O da ne satilir nede satin alinabilirdi.....
Read More...

İstanbul, Körler Ülkesinin Karşısına Kurulan Kent

Kentin kuruluşu üzerine rivayet muhtelif. En ünlüsü ve bilineni Megaralı göçmenlerinin yolculuğu. Bir de Evliya Çelebi'nin anlattığı var ki, tadına doyum olmuyor...

Efsaneye göre, Koressa'nın oğlu, Yunanistan'ın Megara kentinden genç Byzas, yandaşlarıyla birlikte, bölgedeki baskılardan kurtulmak, yeni bir kent kurmak ve özgürlüğünü ilan etmek için yola çıktı. Her şey iyiydi de, kent nerede kurulacaktı? O çağda, bilinmeyenleri bilinir kılan birisine, Delfoi kentindeki kâhine danıştı genç adam. Delfoi kâhini gideceği yeri tarif etti; "Kentini kuracağın yer, körler ülkesinin tam karşısında olacak." Byzas yola çıktı, aradı taradı, körler ülkesi diye bir yer yoktu. Sonunda, mola verdikleri bir deniz kıyısında, karşı sahile baktı ve bağırdı: "Bu insanlar kör mü, burası varken orada oturulur mu?". Delfoi kâhinini hatırladı genç adam; "Körler ülkesinin karşısında kuracaksın kentini." Körler ülkesi, günümüzün Kadıköy'üdür!


İstanbul'dan çok yıllar önce kurulmuştur "Khalkedonia", yani Kadıköy. Byzas; ordusuyla gelip soluklanmak için durduğu şimdiki Sarayburnu'nda, manzaranın muhteşem görüntüsünden adeta büyülenmişti. Khalkedonia'nın neden "Körler Ülkesi" tanımlamasını hak ettiğini anlamıştı artık. Çünkü, böyle cennet benzeri bir yer dururken, tam karşıda ve korumasız bir yerde kent kuranlar, ancak kör olabilirlerdi! Ol hikâye böyle. Temelleri Sarayburnu sırtlarında atılan kente, kurucusunun adı olan Byzas'tan dolayı, "Byzas'ın kenti" anlamında "Byzantion" dendi... Rüyasında gördüğü Hazreti Peygamber'e "Şefaat ya Resulallah" diyeceğine, heyecanla "Seyahat ya Resulallah" dediğini anlatarak, yaşadığı zamana o güzel anlatımıyla tarih düşen
Evliya Çelebi'nin, İstanbul üzerine bir rivayet anlatmaması düşünülebilir mi hiç?

Ünlü "Seyahatname"sinin ilk cildinde şöyle anlatır gezgin Evliya Çelebi; "Hazreti Süleyman, Peygamber Efendimizin doğumundan 1600 yıl önce Kaftan Kafa bütün ins-ü cine, vahşi hayvanlara ve kuşlara hükmettiği, yeryüzünün her dilden anlayan tek sultanı olduğu halde; okyanus denizinde Ferenduz denilen adada padişahlık eden Saydun'a bir türlü söz geçirememiş. Bu gururlu adam Hz. Süleyman'ın önünde baş eğmek istemezmiş. Bu hale canı sıkılan Hz. Süleyman, bir gün sayısız askeri ve her cinsten
hayvanlarla Saydun'un üzerine yürüdü, memleketini harap ve ahalisini esir ettikten sonra onu huzuruna getirtti, ateş saçan kılıcı ile öldürüp adsız, nişansız bıraktı."

Evliya Çelebi'nin hikâyesi uzar da uzar. Özetlersek; Hz. Süleyman Saba Melikesi Belkıs'ın ölümüyle dul kalınca, Saydun'un dünyalar güzeli kızı Alina ile evlenir. Alina'mn çok özel bir saray istemesi üzerine, adamlarını dünyanın dört bir yanına gönderip, saray yapılacak eşsiz güzellikte bir yer bulmalarını emreder. Adamları İstanbul'u söylerler.
Hz. Süleyman, Sarayburnu'nda geçirdiği bir gecenin sabahında kendini dinç ve gençleşmiş hissedince, buraya büyük bir saray yaptırır, sonra da kıyamete kadar mamur kalsın diye İstanbul için hayır dua eder. Anlıyor musunuz tüm bozulmalara, yangınlara, depremlere karşın İstanbul'un nasıl dimdik ayakta kalmasının hikmetini?
Read More...

ASP.Net e giriş

Arkadaşlar, bundan sonra elimden geldiğince blog da program örnekleri paylaşmaya çalışacağım. İlk çalışmam ASP.Net ile ilgili. İlk olarak tabi ki de bir tanıtım yapıcam.
ASP ye göre daha zevkli olduğunu söylemem gerekiyor en başta. saatlerce uğraşarak (kod yazarak ) yaptığımız örnekler ASP.nette abartmıyorum beş dakika da hazır hale gelebiliyor. Benim PHP de Upload için geçen zamanlarıma yazık olmuş gerçekten. :)
Ben tanıtımı da örnekler üzerinden yapmak istiyorum. İlk olarak Microsoft Visual Studio yu çalıştırıyoruz. Çalışmaya başlamak için alanımızı oluşturuyoruz. File/New/WebSite ı tıklıyoruz.

Gelen şu ekranda ASP.Net Web Site seçeneğini tıklıyoruz. Alttaki location kısmını File System yapıyoruz. Kendi sunucunuzda çalışmak isterseniz HTTP i seçmelisiniz. ayrıca yan taraftanda çalışmamızın nereye ve hangi issimle kayıt edileceği gözüküyor. Onu da ulaşmak kolay olsun diye masaüstü yani Desktop yapıyoruz. ilk olarak WebSite1 ismini vermirir Visual Studio. Onu istediğimiz bir isimle değiştirebiliriz. daha sonra tamama basıp projemizi oluşturalım.
Gelen ekran da dolayısıyla programımız da bir çok özellik bulunmaktadır. Onların hepsini bir kerede vermek çok zor ve sağlıksız olur.Kullandıkça örnek yaptıkça yeni yeni şeyler öğrenmeye devam edicez hepberaber.
Şimdi ilk örneğimizi hazırlayalım. sayfamıza bir textbox yerleştirelim. sürekleyerek bırakmamız yeterli olacaktır. onun yanınada bir adet buton koyalım. bu elemanların özellikleri sağ tarafta Properties penceresinde bulunmaktadır. eğer bu pencere yok ise elemanımıza sağ tıklayarak properties penceresine ulaşabiliriz. yapacağımız işlem şu. sayfayı çalıştırdığımızda butona tıkadığımızda textboxımızın içine bir şeylerin yazılmasını sağlamak. ne yapmalıyız?

Butonun üzerine çift tıkladığımızda işlem kodlarımızın olduğu ıde açılacaktır. buraya şu kodları yazıyoruz.
TextBox1.Text = " merhaba dünya!";
evet. buradaki textbox1 bizim textbox alanımızın adı. .text ise onun değeri anlamına geliyor yani içine ne yazılacağı. butona tıkladığımızda ekran çıktımız merhaba dünya! olacaktır.

En kısa zaman da elimden geldiği kadar yeni örnekler hazırlayıp bloga koyacağım.

Hazırlayan Hüseyin KÜÇÜK
Read More...

EFSANELERE GÖRE İSTANBUL’UN KURULUŞU

Bîr varmış, bir yokmuş... Allah’ın kulu çokmuş. 'Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken; eşek mühürdar, katır silahtar iken; ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken; yaranı safa, kızıştı kafa, ak..sakal, kara sakal, berber elinden yeni çıkmış bir taze sakal... 'Kasap olsam sallayamam satırı, nalbant olsam nallayamam katırı, hamama girsem sorar mıyım natırı, nadan olan bilmez ahbap hatırı.

'Dereden geldim, tepeden geldim, sandığa girdim bir de ne göreyim, köşede bir hanım
oturuyor. Şöyle ettim, böyle ettim, hanım yerinden kalktı, yüzüme baktı, çıktık.birlikte yola, ne sağa saptık,ne sola... Az gittik.uz gittik., dere tepe düz gittik, altı ay bir güz gittik, bir de arkamıza baktık ki bir arpa boyu yer gitmişiz... Ne dönülür geri, ne gidilir ileri, sana bir masal söyleyeyim bari gel beri...

‘Bir varmış, bir yokmuş. 'Diyarların en güzeli, efsanelerin sultanı bir şehr-i istanbul varmış...

"Bu şehr-i Sitambul ki, bî misl-ü behâdır,
Bir sengine, yekpare Acem mülkü fedadır"
Şair Nedim

Yeryüzünde, bu kadar çok ada ve sana sahip kent çok ender bulunur. Her ulus, İstanbul'u başka bir adla andı. Ayrıca, fetihten önceki adları başkaydı, fetihten sonrakiler başka... Tarih sahnesine, Byzas, Buzis, Byse, Bysante gibi adlarla çıktı. Roma dönemine kadar da en çok Byzantion olarak anıldı. Romalılar Antoneia, Anthusa, Deutera Rome dediler. Sonra, uzun bir dönem boyunca Konstantinopolis olarak kaldı. Kuzeylilerin verdikleri adların bir kısmı kentin gücünü vurguluyordu: Tsarigrad (Slav kaynaklarında imparator kenti) ve Miklegard (Vikinglerde İmparator Mikhael’in kenti) gibi. Ruslar Tekfuriye ve Zavegorod, Macarlar Vizenduvar, Polonyalılar Kanatorya, Çekler Aylana, İsveçliler Herakliyan, Hollandalılar İstefanya, Franklar Agrandone, Portekizliler Kostiye, Araplar Konstantiniyye-i Kübra, Acemler Kayser-i Zemin, Hintliler Taht-ı Rum, Moğollar Çakduryan demişlerdi bir zamanlar Osmanlı'nın "Asitane"sine. Öte yandan, İstanbul'a yakıştırılan sanlar da en az kendisi kadar görkemliydi: Asitane-i Saadet (Sultan Sarayı), Dâr-ül Hilâfe (Halife'nin evi), Dârü's Saltana (Saltanatın evi), Dergâh-ı Selâtin (Sultanlar kapısı)... Ve sonunda bizim kentimiz, İstanbul.

Bilinen tarihi 2600 yıldan daha eskilere uzanan bu yaşlı, ama muhteşem kent, zamanın akışı içinde büyük uygarlıkların yıkılışlarım da gördü, yenilerinin nasıl kurulduklarına da... İmparatorlukların bu herkesi kıskandıran görkemli başkentinin köşe bucağı, birbiriyle ilgisi olmayan kültürlerin mirasıyla süslendi. Ve sonuçta, tüm üslup ve kültürler iç içe geçerek, birbirini özümseyerek, İstanbul'un anıtsal tarihini oluşturdu.
Read More...

MEDYUN HAVBA ???

ilk yazının benimle ilgili olmasını istedim. Medyun HAVBA ne demek diye soracak bir çok kişi olacaktır. Medyun HAVBA benim mahlasım, daha anlaşılır bir tabir ile nick'im. Medyun ve Havba ayrı iki kelimedir. Osmanlıca olan bu kelimelerin anlamlarına ve dolayısıyla kendilerine lugat aracılığıyla ulaştım. Medyun borçlu olan anlamındadır. Havba da kişi, zat anlamındadır.
Burada sorulacak soru belli. "Kardeşim senin borcun nereye, kime?". Ben zamanlama olarak ayırıyorum bunu ama asıl ve tek olan borcum Allah(c.c) yadır.
Read More...
 
Copyright (c) 2012 Hüseyin KÜÇÜK
Php Yazılım Uzmanı, Öğretim Teknoloğu, Toplum Gönüllüsü