Kod Dostu

Kod Dostu

En Uzaktakiler

Bristol Üniversitesinden araştırmacıların NASA'nın 1999'da yörüngeye yerleştirdiği Chandra röntgen teleskobundan verileri analiz ederek yerini belirledikleri "JKCS041" adı verilen galaksi kümesi, bir milyar ışık yılıyla önceki rekoru kırdı.
Tespiti yapan bilim insanları, galaksi kümesinin Evren henüz mevcut yaşının sadece dörtte biri kadarken ve Dünya'nın oluşumundan yaklaşık 6 milyar yıl önce ortaya çıktığını bildirdi. Yüzlerce galaksiyi içinde barındıran kümenin Evren'deki en büyük çekim gücüne sahip cisimler olduğunu söyleyen bilimciler, bu keşfin Evren'in gelişimi konusunda aydınlatıcı olacağı inancında.
"JKCS041", ilk olarak 2006'da kızılötesi gözlemlerde görülmüş, ancak bilim adamları, bunun gerçek bir galaksi kümesi mi, yoksa oluşum halindeki bir galaksi mi olduğunu anlayamamışlardı. Normal bir teleskopla bu galaksi kümesinin mesafesini ölçmek imkansız.
Haberin devamı ↓

reklam
Keşfi yapanlardan Dr. Ben Maughan, heyecan verici olduğunu belirttiği keşfi, "bir T-Rex fosilinin bilinenden daha eski olduğunu keşfetmeye" benzetti.
Read More...

TOG mu orası neresi???

6-7 aydır içindeyim Toplum Gönüllülerinin. her gün, her yeni organizasyon da bir çözülme sezimledim içeride. ne için sorusunu sormaya korkuyorum ama şimdi soruyorum. Ne için???
cevap karmakarışık. yardımseverliğin doruk noktalarından TOG egoist düşüncelerin, insani kapitalizmin barınma yeri olmuş durumda. eskilerden (eski yeni ayrımı yok demeyin var) tanıdığım insanları düşünüyorum çıldırmış durumdalar, TOG da durmak istemiyor durumdalar. durmak isteyenler zaten bu durumun olmasını sağlayan kahramanlar.
TOG da kötü diye nitelendirebileceğim insan tanımadım. aklı başında, amacı amacını bilmek olan, insanlara bir şeyler yoluyla yardımcı olmak isteyen insanlarla beraber olmaktan; ortak amaçlarımızı yerine getirmekten mutluluk, huzur duydum/duyuyorum.

Büyüklük kademede midir?
nasıl yani? kademe ne? Nereden çıktı?
nereden çıktığı aslında açık. insanlar sorumluluklarıyla gelişir tamam da bu sorumluluklar insanlardan üstün yapmaz bizi. yapamaz. bu ahlaki bir olgudur... "Ahlak ve erdemden yoksun kimse,bir çuval çamurdan daha değersizdir." diyor LAEDRİ, ne kadar doğru. bir yerlere gelipte kendini bir şey sanan çamur kafalar, karşıma geçip benden hesap soramazlar. bana emir veremezler. en iyisi siz konuşupta aptallığınızı belli etmek yerine, susun da insanlar sizi biraz akıllı sansın.

Sitem değil bu. İhtar. lütfen burası bir çark gibi bizden öncekiler bize bıraktı, biz başkalarına bırakıcaz. kendinizi TOGun üstünde görmeyin, TOGu sahiplenin ama sizin sanmayın. kendinizi akıllı sanmayın. "Bizce aklı başında adam yalnız bizim gibi düşünendir."
La ROCHEFOUCALD

cevaba tam ulaşamadım çünkü zaman daha erken. bu bile bazı gerçekleri gözteriyor. Tekrar söylüyorum LÜTFEN.
Read More...

TRANSANDANTAL MEDİTASYON


Modern Yaşamın Bunalımı
Kainatın yaratılışıyla başlayan gizemli oyunun kahramanı olan ve aynı gezegeni paylaştığı diğer canlılardan üstün sinir sistemiyle hemencecik ayrılan tuhaf bir varlık olan insan zaman yolculuğu sırasında hayal gücünün fethetme ve doyumluluk arzularıyla birleşmesi sonucu bilim ve tekniği keşfetmiş ve bunlara umutlar bağlamıştır.
Bilim ve teknik sayesinde insanlar etki alanlarını genişletmişler ve genişleteceklerdir. Ancak zaman içinde bir çelişki ortaya çıkmıştır. Sanayileşen ve gelişen toplumlar teknolojik genişleme gösteriyorlarsa da teknoloji şimdiye kadar insanın kişisel olgunlaşması ya da sosyal uyuma kavuşmasında başarılı olamamıştır. Maddi refahın artmasına rağmen sorunların kaynağı olan huzursuzluk ve gerginlik azalmamıştır.
Çözüm önerileri arasında teknolojinin yeniden değerlendirilmesi varken alternatif olarak modern bilimin teknolojisini insanın olgunlaşması yönünde uygulamaktır. Bu amacı sağlamak için huzursuzluk, uyuşturucu madde düşkünlüğü akıl hastalıkları, iş değerinde düşüklük, belirsiz amaçlar peşinde koşma ve heyecan için çılgınca bir arayış gibi acı veren sorunların kurbanı olan Amerika’da tıbbi ve psikolojik araştırmalara milyonlarca dolar harcanmıştır. Bununla beraber psikoloji ve ilaçlar geçici ve genellikle zararlı etkilerinden başka insanlarda artmakta olan gerginliği giderici kolay bir çare ortaya koyamamışlardır.
Beden üzerindeki aşırı yıpranmanın tıbbi terimi “Gerginliktir”. Kişi sürekli değişikliğe maruz kaldığı zaman bedenide değişen koşullara yanıt verebilmelidir. Koşullara ayak uydururken, yeteneklerini ortaya koyan kişi ve fizyolojik olarak bioşimik tepki gösterir. Bu ayak uydurma süreci vücudun ana kaynaklarını tüketir ve gücünü azaltır. Bedenin tükenen kaynaklarını yerine getirecek yeterli dinlenmeye sahip olmadan bu aşırı gerginlikle sürekli karşılaşmak sonunda kişinin yaşamının her evresinde kendini gösteren bir bozulma sürecine yol açar. Aynı zamanda kendilerinin açıklayamadıkları bir huzursuzluk, bezginlik, çöküntü yada genel bir doyumsuzluk ve amaçsızlıktan rahatsız olduklarını görürler.
Gerginliğin birikmesi zihinsel berraklığın ve duygusal içtenliğin azalmasına, dolayısıyla insanlar arasındaki ilişkilerin bozulmasına yol açar. Aşırı gerginlik aynı zamanda karar verememek, etkili planlama, ve iş yapamamak durumlarına götürür.
Maddi konfor ve başarı bir dereceye kadar doyum sağlar; fakat insanı vücut ve zihin sağlığı yaşamının niteliğini saptar. Eğer gerginlik bir insanın günlük uğraşılarını huzursuzluk ve doyumsuzlukla gölgeliyorsa, gerginliğin fizyolojik olarak karşıtı dinlenmiş ve etkili bir biçimde vazife gören sinir düzenidir.
İşte yaşadığımız bilim ve teknik çağında, insanın en temel değeri olan bilincini ele almak, tanığı olduğumuz teknolojik gelişmelerin doğal bir sonucudur. Bilim dev ilerlemekte yeni bulgular eskilerini çok gerilerde bırakmaktadır. Buna rağmen nesnel sorunları olmayan kişilerin yaşamlarında da acıların ve sağlıksızlıkların yer aldığına, tıp biliminin tüm bilgilerinin ve çağdaş tıp teknolojisinin seferber edilmesine karşın hastalık artışının önlenemediğine tanık olmaktayız. Uzmanlar, sorunların ve acıların kökenini, ilgi alanlarını tek tek ele alarak aramakta ve insan yaşamının bütününü kapsayan çözümler getirememektedirler. Bu da tüm sağlıksızlıkların nedenini daha temel ve ortak bir alanda aramak gerektiğini akla getirmektedir: Bu alan insan bilincidir! Transandantal meditasyon (T.M) gibi deneysel bir yönteme dayanan bilinç teknolojisi insanın tüm beyinsel potansiyelini kullanarak güçsüzlükten kurtulmasını sağlamaktadır.
Bu özet, gerginlik birikimini azaltarak gerginliğe karşı bedenin dayanıklılığını arttırarak ve psiko-fizyolojik bir bütünlük durumu sağlayarak bu gelişmeyi kazandıran bir yöntem önermektedir.
TM aşırı gerginliğin yıkıntısını gidererek kişiye derin bir dinlenme durumu sağlar. Araştırmacılar bu tekniğin düzenli uygulanmasıyla öğrenme yeteneğinin algılama gücünün ve tepki zamanının geliştiğini belirtmektedirler. Bilim adamları TM’nin üretkenliği ve yapılan işten hoşnut olmayı arttırdığını ayrıca yüksek tansiyonu indirdiğini astım durumlarını düzelttiğini ve akıl hastalıklarının tedavisinde yararlı olduğunu söylemektedirler.
Fizik biliminin madde ve enerji üzerindeki artan buluşları, evrenin temelindeki doğa yasalarının anlaşılmasına öncülük etmektedir. Biliyoruz ki maddenin ve doğal olayların kökeni enerjidir; Biçim değiştirmekle beraber saf enerji hep aynı kalmaktadır.
Klasik fiziğin incelendiği “kapalı sistemler”de enerji değişmese de, bu sistemler zamanla “entropi”(düzensizlik) artışına uğrarlar. Entropi, hareketin(ya da ısının) azaltılmasıyla giderilebilir ve düzenlilik yeniden sağlanabilir. Bu olgu termodinamiğin bilinen üç yasasıyla anlatılmaktadır:
1.Yasa: Enerjinin devamlılığı.
2.Yasa: Kapalı sistemlerde zamanla artan entropi.
3.Yasa: Isı azaltıldığında hareketin durulmasıyla artan düzen.
3.yasaya dayanarak maddeyi mutlak sıfıra(-273 derece) yaklaştırmakla ortaya çıkan süper iletkenlik süper akışkanlık gibi maddenin elektron düzeyinde kazandığı niteliklerden günümüz teknolojisi yararlanmaktadır.
Modern fiziğin inceleme alanındaki “açık sistemler” sayesinde yaşam ve canlılık kavramlarına erişilmiştir. Bu sistemlerde düzensizlik artınca sistemlerin daha gelişmiş düzen durumlarına geçebilme nitelikleri saptanmıştır. Madde için geçerli olan temel enerji, canlı varlıklar ve insan bilinci içinde geçerlidir .enerji alabilen enerjiyi yaşama ve daha gelişmiş bir düzene çevirebilen canlı bir sistem olan insan bilincinin en önemli niteliği, kaynağının saf enerji oluşudur. İnsan bilincinde, kendi içindeki bir kaynaktan gün boyu sayısız düşünceler oluşmaktadır. Bu düşünceler enerji yüklüdür, çünkü harekete çevirebilirler. Bunlar ayrıca zeka yüklüdür, çünkü harekete yön verirler. Öyleyse düşüncelerin kaynağı, ancak saf enerji alanı, yaratıcı zeka alanı olabilir.
Yaşamda karşılaştığımız tüm güçlükler acı ve sağlıksızlıklar, düzensizlik ve doğaya uyumsuzluk belirtisi olup insan bilincinin açık sistem özelliğini tam olarak yerine getirememesinden ileri gelmektedir. Psikologların belirlediği gibi, beyin potansiyelimizin yalnızca %5-15’inin kullanılabilir olması ve bilinçli alanın bu oranda dar olması aynı nedene dayanmaktadır. Dr.Brian Josephson’un(nobel ödüllü) insan bilincinin yapısı fizik kuramlarıyla açıklayan çalışmalarında da değinildiği gibi, termodinamiğin üç yasasını bilince uyarladığımızda beynin potansiyelinin nasıl kullanılabilir duruma geçirilebileceğini ve bunun insan yaşamında ne denli önemli olduğunu görürüz:
1.Yasa: Temelde saf enerji (yaratıcı zeka).
2.Yasa: Beyin kısıtlı çalıştığında yarı kapalı bir sistemin ortaya çıkışı; düzen korunsa da yaşlanma, yıpranma, acı ve hastalıkların ortaya çıkışı.
3.Yasa: Beyin düşünme şeklinde beliren hareketini azaltarak kaynağındaki sonsuz enerji alanıyla doğrudan ilişki kurduğunda, yaşamın her yönüyle güçlenmesi ve gelişmesi, tüm doğa yasalarıyla uyum sağlaması.
3.yasadaki olanakları insan yaşamına kazandıran TM tekniği beynin kendi içine dönerek düşüncelerin giderek daha ince düzeylere doğru artmasını ve sonunda kaynağına erişmesini sağlamaktadır.
Ne bir din ya da felsefe ne de yaşam görüşü olmayan TM gerginliği azaltma ve bilinç uyanıklığını genişletmek için doğal bir tekniktir.
İlk kez Birleşik Amerika da Hintli bir öğretmen olan Maharishi Mahesh Yogi tarafından tanıtıldı “transandantal”deyimi “öteye geçiş” anlamındadır. Bu deyim TM uygulayıcılarının alışık oldukları uyanık yaşantı düzeylerinden öteye çok derin bir dinlenme durumuna geçerlerken uyanıklıklarının iki kat artmasından dolayı seçilmiştir. Bu bir dalış tekniğidir. Dalış zihne doğru açıverildiğinde otomatik olarak ve kendiliğinden gerçekleşmektedir. Teknik bir kaç saatte öğrenilebilir, sonra her sabah ve akşam sistemli biçimde 15-20 dakika uygulandığında bilinçli zihin daha fazla yaratıcılık ve enerji kazanmaktadır. Teknik evde uygulanırsa da bir kimsenin rahatsız edilmeksizin rahatça oturabileceği herhangi bir yerde de yapılabilir.
TM sırasında ne olur? İnsan dikkatini içine çeker gevşek ve rahatlık veren bir durumu izlemek için zihnini kullanır. Zihnin çok sakin fakat olağan üstü uyanıklıkta bir halini izler.”sakin uyanıklık.”, “uykuda değil fakat özellikle herhangi bir şeyle de ilgili değil”, ”iç uyanıklığa sahip fakat herhangi bir düşünceye sahip değil”biçimlerinde uygulayıcılar tarafından tanımlanmaktadır. Gündelik yaşantımız, bitmek tükenmek bilmeyen düşünceler, duygular, heyecanlar ve algılamalarla doludur. TM’nin en önemli özelliği olan doğallığı ve güç sarfı gerektirmemesi sayesinde bu sürekli izlenimlerden günde iki kez gayretsizce sıyrılma fırsatı sağlar. Bu özelliğin, fizikte kuantum kuramında geliştirilen bilgilerle irdeleyebiliriz: Kuantlar kuramında atomların temel durumu(vakum), atomun en az uyarımlı düzeninin en fazla düzensizliğinin en az olduğu durumdur. Bu kurama göre tüm atomlar bulundukları uyarım düzeyinden daha uyarımlı düzeyleri gitme eğilimlidirler. Çünkü daha az uyarımlı düzeylerde, düzen ve kararlılık artar. Beyin için de aynı eğilim söz konusudur: TM uygulaması sırasında da beyin, düşüncenin daha uyarımlı durumlarına doğal olarak akmakta ve bu süreçte çekiciliği ve mutluluğu denemektedir. Zihnin sakin düzeylerini izleyen uygulamacı nesnelerin yokluğunda kendi bilincinin sonsuz yapısının giderek artan bir biçimde farkına. Saf bilinç diye adlandırılan, iç uyanıklığa sahip olup uyanıklığın kendisinden başka bir şeyin farkında olmamak demektir. Bu alan bilincimizin en az uyarım düzeyidir ve sonsuz mutluluk niteliğine sahiptir
Saf uyanıklık yaşantısı aslında çekici bir yapıya sahip olmasına rağmen insanlar, genellikle TM’yi zevk ya da başlı başına bir bilgi olarak uygulamazlar, aynı zamanda yaşamlarının niteliğinde belirli incelemeler için uygularlar .
Saf uyanıklığın düzenli yaşantısı fizyolojik sağlık ve psikolojik mutluluk bakımlarından olumlu etkiler doğmaktadır. İnsanın kendi kapasitesinin tümüyle değerlendirmesini sağlamaktadır. Maharishi bu yararları şöyle açıklamaktadır: Saf uyanıklıkla meditasyon sırasında düşünceler olmaksızın bir iç uyanıklık yaşamakla, yaratıcı zeka ve kişisel bilincin altında yatan sonsuz zeka ve enerjinin ana kaynağı arasında bir özdeşlik vardır.
Eğer TM’nin insanın zeka ve enerji kaynaklarını ortaya çıkarmakta bu kadar etkili olması kanıtlanmış ve insanın gelişmesi yolunda bu basit yaklaşım kritik bir sorun olan gerginliğe kolay bir çözüm getirmesi ve insanın gelişme sürecine ayak uydurmaktaki bugünkü yetersizliği karşısında umut vericidir.
Read More...

İNANÇ

İNANÇ NEDİR?
İnanç ve bilgi: İnsanların inançlarının olması için sezgilerinin, yani arıtılmış duyumlarının olması gerekir. O varlıkların benlikteki özümsemesi varlıklara benlik tarafından sahip olma, o, “birlikte bile ayrılıktır” inanç, somut ve birleştiricidir.
Pascala göre üç çeşit inanma yolu vardır: Akıl, alışkanlık ve ilham.
Akıl ile ilgili, “insanı büyü yapan düşüncesidir?” der. “Biz hakikati sadece akıl yoluyla değil, aynı zamanda kalp yoluyla da tanırız.”
İnanmanın ikinci yolu olan alışkanlık; onun nezdinde ibadettir.
İnanmanın üçüncü yolu olan ilham, tabiat üstü lütuftur.
Kant, inancı bilginin üstüne ve ayrı bir alana, ahlaki hakikatler alanına yerleştirir. Kant'ta pratik akıl bir bilgi olarak değil bir vazife olarak konulur.
Fichte'de “İnanç bilginin bütün alanlarına hakimdir. Fakat kaynağı itibariyle o ahlaki hakikatler aleminden doğmaktadır” tezini savunur.
Hamilton'da inanç, “aklın ilk şartı” olmaktadır. “İnanç temeli oluşturduğu bilgiden önce gelen bir kanaattir.

GERÇEK BİLGİ OLARAK İNANÇ
İnanç benliğin eşyanın hayatına alelade bir katılması değil, o bizzat eşyaya sahip olmaktır; eşyanın hayatının benlikte yani insanda olmasıdır.
inanç varlıkları birbirine bağlayan içsel münasebetlerin keşfedilmesidir; benliğin varlıklarla birleşmesi ve “birlik içinde bile ayrı olması”dır.

İNANCIN TAKLİDİ
Eğer inanç iletilebilir olmasaydı ve doğduğu fertte ebediyen kapalı kalsaydı ne insan toplumu olurdu ne de medeniyet.
Taklid, ruh dünyasına bir mucize gibi girer; toplumu ve medeniyeti o yaratır aynı zamanda insanın evrensel olmasını, iradesini ruhlarda ebediyete kadar devam ettirebilmesini sağlar. İnancın evrensel yaygınlığı ancak taklit yoluyla mümkündür.
Read More...

ANAHATLARIYLA İSLAM FELSEFESİ


ANAHATLARIYLA İSLAM FELSEFESİ
Yazar, giriş bölümünde felsefenin tanımını ve temel kavramları verdikten sonra, ilk bölümde felsefenin doğuşundan İslam dünyasına geçişe kadar dönemi ve ünlü filozoflarını, ikinci bölümde ise; felsefenin İslam dünyasına geçmesinden itibaren, yetişen filozofları ve ekollerini tanıtır. Kitap, Çok çeşitli kaynaklardan yararlanılarak hazırlanmış, yazar kendi düşüncelerine pek yer vermemiş. Yazarın katkısı sadece bu fikirleri bağlamak olmuş. Daha çok bir araştırma tezi gibi.
FELSEFENİN METODLARI
1- Akıl felsefenin temeli değil aleti olmak durumundadır.
2- “Felsefe sadece akılla ilgilenir” demek konusunu sınırlamaktır. Zira insan ruhu sadece akıldan ibaret değildir.
3- Çözülmemiş ve çözülememiş problemleri saçma ve lüzumsuz diye konusu dışında bırakmaz.
FELSEFENİN TARİFİ
Felsefenin çeşitli tarifleri şöyle yapılmıştır.
·      Pythagoros “Başlangıcı; ilim sevgisi, ortası; insanın gücü kadarıyla varlıkların mahiyetini bilip tanıması, sonu da ilme uygun bir şekilde konuşup yaşamaktır.”
·      Platon “ Görülmesi mümkün olmayanın ilmi”
·      Aristo “İlk prensipler ve son sebepler hakkında bilgi”
·      Genel tanımı “Evren hakkında tefekküre dair bir bilgi, teemmüllü bir bilgi”, “Mutlak ilim”, “İlimlerin ilmi”, “İlimlerin izahı”
·      Descartes(1595-1650)”Felsefe sözünden hikmeti (bilgelik) incelemek anlaşılır. Bilgelikten de, insanın bilebildiği kadar, bütün şeylerin tam bilgisi anlaşılır.”
·      Hegel (1770-1830) “Önce genel olarak düşünce tarafından nesnelerin(eşyanın) derin bir şekilde incelenmesidir.”
·      İslam filozofları “Felsefe, eşyanın mahiyet ve hakikatını bilmek, varlığın sebebini açıklama gayretidir. İnsanın kendini bilip tanımasıdır.”
·      İslam filozofu El-Kindi(öl. M.S. 873) “Felsefe insanın kendisini tanımasıdır. Felsefe sanatların sanatı, hikmetlerin hikmetidir. Felsefe, insanın gücü yettiği sürece külli-edebi şeylerin hakikatlarını, mahiyetlerini ve sebeplerini bilmektir.”
·      Farabi (870-950) “Varolmaları bakımından varlıkların bilinmesi…”
·      Muyiddin ibn el-Arabi(1165-1240) “Nesnelerin hakikatlerini oldukları gibi bilmek ve onların varoluşları ile hüviyetleri konusunda hüküm vermek suretiyle, insan ruhunun olgunlaşmasıdır.”
FELSEFENİN MAHİYETİ
Kimileri felsefeye “Anlaşılmaz” derken, kimileri de insanların ihtiyaç ve davranışlarının esaslarını pozitif ilimlerin çözeceğini ileri sürerek felsefeyi lüzumsuz saymışlardır. Ayrıca filozofların karşılıklı mütalaa edip, sonuca varamamaları da buna ilave edilince; felsefe üzerindeki olumsuz düşüncelerin tarihin her döneminde olduğunu kabul etmek gerekir. Bu olumsuzluklara rağmen felsefenin öneminin ve devamlığının sebepleri;
1-  Düşünme yoluyla, varlık ve olayların(alemin) derinliklerine nüfuz etme arzusu
2-  Bilgili ve şuurlu bir hayata ulaşmak düşüncesi
Şu bilinmelidir ki; evrenin mahiyeti ve manası hakkında din, siyasi veya sosyal bir dünya ve hayat görüşüne sahip olmak herkes için mümkün olduğu halde, felsefe yapmak, felsefi problemlerle yakından ilgilenmek herkesin işi değildir. Çünkü; felsefe bir dünya görüşünden ibaret bulunmamaktadır. Felsefe, alem ve olaylar karşısında alınan belli bir tavrın ifadesi olan fikirler arasındaki münasebettir.
Felsefe çok geniş bir sahayı kuşatır. İnsanın tecrübe sahasına giren şeyler içinde, hatta bunun da dışında kalan bütün objeler, düşünceler ve kavramlar felsefeyi ilgilendirir.
Felsefenin basitten karmaşığa doğru mertebelendirilmiş bir öğrenimi bulunmadığından felsefe güç ve karışık bir saha denilebilir. Felsefenin her noktasında, her kavramında daima birçok problem ve girift fikirler vardır. Aslında çok zor görülen bu bilmeceden çıkma anahtarı meraktır.
FELSEFE İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR
Felsefe: Yunanca Phılosophıa kelimesinin Arapça’da aldığı şeklidir. Filo: Sevgi, Sofia da Hikmet anlamındadır. Böylece felsefe, “Hikmet Sevgisi” anlamındadır.
Filozof: “Hikmeti Seven” manasına gelen filozof ilimlerin sahalarını aşan problemler hakkında umumi görüşler ileri süren ve böylece bir sisteme ulaşan kimsedir.
Hakim: Sofia’nın karşılığı olan “hikmet”e sahip olana denir.
Bilme: Bilme ve Bilgi felsefenin Gnosenoloji veya Epistomoloji adı altında ele aldığı bir problemdir. Bilgi problemiyle yalnız felsefe uğraşır. Felsefi araştırmalar bilme ile başlar ve ilerler. Fakat, bilmenin sınırları ne kadar geniş tutulursa tutulsun, bilinen yapısı içinde insanın önündeki bütün problemleri çözmeye yetmeyeceği de bir gerçektir.
Düşünmek: Bilmenin verilerinden başlayıp, onu bilinmesi mümkün olabilen çok geniş bir sahaya yaymak demektir. Bilmenin bittiği noktadan itibaren harekete geçip ilerler. Bu ifadeye göre, düşüncenin sınırları idrakten daha geniştir. Gerçek veya gerçek dışı, sahalara ulaşabilir.
Zeka: Eğer düşünme, yeni bir durumu hemen kavrarsa, onun bu görünüşüne “zeka” denir.
Akıl: Düşünme belli bir problemi tasarlar, onları açık kavramlarla ifade eder ve bu problemler hakkında teemmüle(reflexion) dayalı açıklamalarda bulunursa, buna akıl denir.
Anlama: Düşünmenin idrak sahasına ait olan bir şeyi doğrudan kavramasıdır.
Sezgi: Düşünme, bir şeyi ya da içinde bulunulan bir durumu doğrudan yani, bir takım kavramlara ihtiyaç duymadan his ederse, onun bu şekline “Sezgi” denir.
Hayal: Hiç bir kayıt ve şarta bağlı bulunmadan ortaya çıkan düşünme şeklidir.
İnanma: İnsanın bilme ve düşünme güçlerinin yanında fakat, onların uzanabildiği sahayı da aşan bir başka gücüdür. Düşüncenin tamamen kuşatamadığı konularla temas kurar. Mesela, Mutlak Varlık sahası düşünmeden çok inanmanın kapsamı içindedir. Hrıstiyan ve İslam Dünyasındaki kelam münakaşalarında gördüğümüz şekliyle Yüce Varlık’a imandan başka bir yol ile ulaşılamayacağı fikri ağırlık taşımaktadır.
*** Dinin, sistemli ilimlerden en büyük üstünlüğü; sistemli ilimlerden alamıyacağımız bazı problemlerin cevaplarını iman ile temin etmesidir.
FELSEFENİN PROBLEMLERİ
·      Çeşitli ve birbirleriyle alakasız gibi görünen ilimlerin ortak yönlerinin olup olmadığını araştırmak felsefenin sahasına girer, “Bilgi Meselesi”felsefenin belli başlı problemlerinden birisidir.
·      İlimlerin benzerlik ve farklılıkları göz önüne alınarak, onları bir sınıflamaya tabi tutmak, düşünme kanunlarını, düşünceler arasındaki münasebetlerin dayandığı kanunları ve prensipleri tesbit etmek de bilgi probleminin yanında “Mantık Meselesi” olarak karşımıza çıkar.
·      İlimler değişik varlık sahalarını paylaşıp orada derinleştiği halde, felsefe varlık aleminin tamamı hakkında bir izah vermek, onları bir bütün içinde kavramak üzere ele alır. Bu, evreni tek bir bütün olarak problem edinmektir. “Ontoloji (Varlık Bilimi)” diye ifade edilen bu mesele de felsefenin temel problemlerinden birini teşkil eder.
·      Madde dünyasının yanında bir de canlılar alemi, organik bir alem mevcutdur. Bu iki alemde cereyan eden kanunlar aynı mıdır? Farklı ise mahiyetleri nelerdir? Bu suallerin cevapları da felsefenin “Tabiat Felsefesi” adı altındaki disiplininden beklenir.
·      Tabiat Aleminin zıddı Kültür ve Tarihi-Manevi alemdir. Birçok ilimlerin paylaştığı bu sahayı felsefe bir problem olarak “Tarih Felsefesi” adı altında, onun bütününü, prensiplerini, sebeplerini araştırarak tayin etmeye uğraşır.
·      Sanat eserlerinin insan için taşıdığı değer bunlarla ortaya konmak istenen şey ve bunların ideal değerlerle olan alakası nedir? Bu ve benzeri soruların cevabını da felsefeden “Sanat Felsefesi” (estetik) vermeye çalışır.
·      İnsanın “ne yapmam lazım?” sorusu altında toplanabilecek diğer bir takım soruları da vardır. Bunların cevabı felsefede “Ethik” (Ahlak) Felsefesinden beklenir.
·      Felsefenin en mühim problemlerinden bir başkası da “Felsefi Antrolopoloji” (İnsan Felsefesi)dir. İnsanın toplumsal yönünü Sosyoloji, davranışlarını Psikoloji, biyolojik yapısını Biyoloji, sıhhatini Tıp inceler. Ama hiç biri -felsefe hariç- insanı, onun ne olduğunu, evrendeki yerini, diğer canlılarla olan münasebetini ele almamaktadır.
·      İnsanın ümitleri, beklentileri ve imanlarının neyi ifade ettiği, insan ile Yüce Varlık(Allah C. C.) arasındaki münasebetin mahiyetinin ne olduğu, bu münasebetin tarzları, Allah(c.c.), Evren ne İnsan kavramlarının karşılıklı ilişkileri içinde insanın durumu gibi sorular, dini ilimleri de aşan bir takım problemler sahası teşkil eder. İşte, felsefenin ilkçağlardan beri belki en temelli problemlerinden biri de “Din Felsefesi” dir.
·      Devletin bir kurum olarak sorumluluğu nedir? Hak, adalet ve vazife prensiplerinin kanunlarla ve başka ahlaki normlarla münasebeti nedir? Hürriyet ve sorumluluğun manası nedir? Gibi soruların cevabı sadece “Devlet ve Hukuk Felsefesi” tarafından verilebilir.
Read More...

AHLAK PSİKOLOJİSİ VE SOSYAL YAŞAM

PSİKOLOJİ VE AHLAK 

Birinci kitabın son bölümünde psikoloji ve ahlakın birbiriyle ilgisi anlatılmakta .Konuya girmeden önce "İnsanın gerek kendi içinde gerekse dışında meydana gelip de kendisi tarafından fark edilen değişmeler" diye şuur tarif edilmiş. Ayrıca bizim kafamızdaki şeylerin arasındaki farkına varabildiğimiz unsurlardan ibaret olduğu da şuurun farklı bir versiyonu olduğu eklenmiş. Ahlaki bilgi şuur karşılamakta. Duygu ve bilginin oluşmasında "iç kontrol oluşmakta". Bu iç kontrolü meydana getirenler şöyle açıklanmakta: İç kontrolü meydana gelmesi için belli bir olgunluk seviyesi gerekmektedir. Olgunluk seviyesine gelinceye kadar anne-baba yetiştirici ve öğretmenlerin çocuğa davranışları iç kontrolü meydana getirmekte.

Yani çocukluk çağında görülen terbiyeye bağlıdır.
-Psikolojik Bakımdan Ahlak Dışı Haller ve Ahlaki Şuur:
Ahlak dışı haller denince genellikle belli bir takım ahlak kaidelerinin çiğnenmesi gelmektedir. Ahlak dışında şu kastedilmektedir .Kişi istediği bir hareketten dolayı suçluluk hissi duyuyorsa bu hareket ahlak dışıdır. Ahlaki şuurda kişinin kendinin (benliğinin) farkına varmasıdır.

VİCDANIN YAPICI UNSURLARI
a)Şuurdan Vicdana Geçiş ve Ahlaki İlerleme:
Ahlak şuuru insanın iyiyle kötüyü birbirinden ayıt edecek ölçülere sahip olması demektir. Bu ahlaki bilgiye duyguyu da ekleyince vicdan mekanizması oluşur. İnsanı ahlaklı davranmaya iten işte bu duygudur.
b)Doğruluk ve Ahlak:
Doğruluk ve dürüstlük ahlaklı olmanın sonucudur. Ahlaklılıktan kuvvetli vicdan sahibi olmak kastedilmektedir.

İNSANIN YAŞAYIŞI VE AHLAK
Birinci bölümde ahlakın psikolojik yönü, teorik yönü ele alınmıştı. İkinci bölümde ahlakın pratik yönü kişinin davranışlarına olan etkisi anlatılmakta.

A)KİŞİYE SAYGI:
Ahlaklı davranışın gayesi insanların bir arada ahenk içinde yaşamasıdır. Bunun içinde kişilerin kişiliğine saygı duyulmalıdır. Burada başkalarına karşı değil kişinin kendi vücuduna da saygı duyması gerekir. Kişinin kişiliğine saygıdan başka kişinin yaşamına, vücut bütünlüğüne de saygı duyulmalıdır .Ahlaki olan ruh ve bedenin ikisine de saygı duyulmasıdır. Bu saygı başkaları tarafından olması gerektiği gibi kişinin kendi kendisine de saygı duyması gerekir. Bu da sağlığa zararlı davranışlardan ve alışkanlıklardan uzak durmakla sigara, içki, ilaç gibi zararlı maddelerin kullanılmaması şeklinde tecelli eder

SOSYAL AHLAK
Ahlak kişinin diye tarif edilmiştir. İnsanlar bir arada yaşadıklarından birbirlerine karşı davranışları bulunmaktadır. Bu davranışlar sonucu iyi veya kötü neticeler zuhur etmektedir. Bunun için ahlakın sosyal yönü vardır.
İnsanın Ahlakını Etkileyen veya Davranışlarına Yön veren Şeyler:

Örf ve Adetler:
Her toplumun nesilden nesile aktarılan standart davranış tarzlarına örf ve adetler denir. Fakat örf ve adet aynı derecede etki payına sahip değildir. Örfe mugayir davranınca resmi sert tepki alınır, adete ters davranılınca alay edilme, hor görülme şeklinde tepki alınır.
Örf ve adetlerin kökü derinlere, çok uzak geçmişe dayanır. Örf ve adetler toplum düzeninin ayakta durmasını, toplum hayatının hercümerç olmasını önleyen kalıplardır. Fakat bu örf ve adetlerde de değişmeler gözükmektedir. Aynı zamanda örf ve adetler toplumdan topluma, zamandan zamana izafidir. Hepsinde farklılık arzederler. İdeal olanı ise örf ve adetlerin meydana getirdiği kişinin davranışlarını veya ahlakının değişmez olmasıdır. Fakat böyle birşey olması çok zor hatta imkansız gözükmektedir. Örf ve adetler toplumlarda görülen tavırlar, tarzlar ise bu şunu netice vermekte; burada bir sosyal hayat vardır. Bu sosyal hayatın da ilkeleri ve problemleri vardır. Bakın yazar ilk şunu diyor: sosyal hayatın ilkeleri ve problemleri şimdi açıklayamayacağımız kadar karmaşıktır ve o ölçüde münakaşa konusudur. Fakat ahlakla ilgili noktalarına genel çizgiler içinde özetleyebiliriz. Sosyal hayat denince akla insan toplulukları gelir. Toplum bize nasıl davranacağımızı öğretir, problemler ise sosyal hayatın zaruretleri ile ferdi hürriyet arasında iyi bir dengenin kurulmasıdır. Cemiyet ahlak problemini çözmek için insan grupları arasında eşitlik sağlamaya, bir taraftan da bütün fertlerini belli bir ahlak disiplini içinde yetiştirmeye çalışır.

Toplum fertlerinin hepsini ortak bir ahlak disiplin içinde yetiştirir. Bunun sonucunda fertlerde şu konularda ortak değer yargıları oluşur: Medeniyete doğru çaba gösterilmeli. Medeniyetten de bir halkın örf ve adetinin yumuşaması, şehirlileşmesi, nezaket ve umumi ahlak ve adabın gözetilmesine ve kanunlaşmasına imkan verecek bir bilgi yayılması demektir. Bir cemiyet faziletli bir hayat oluşturmazsa medeni olamaz.
Medeniyetin sonucunda ideal bir adalete ulaşmaktır. Kişinin ödevlerinden biri de adaleti gözetmektir. Bu adalet kavramıda değişmez değildir. Kavramdan maksat anlanmıştır. Mesela adalet denince kanunların eşit uygulanması gerekir. Adaletin üzerinde en fazla titizlikle durulan tarafı titizliktir. Önceden böyle bir adalet anlayışı varken daha sonra sosyal adalet fikri gelişmiştir. ideal adalet fikrinin yorumlanması başlığı altında yazar tabii hukuktan bahs etmektedir. Tabi hukuk herkes için geçerli olan hukuk demektir. Yargılama başlığı altında ise adaletle yargılamanın farkından bahs etmekte ve adaletin bir kimseye yaptığının karşılığının verilmesi yargılamanın ise bir kimseye karşılık vermemek hangi ceza verilmemesi şeklinde tarif etmiştir. Adaleti herkesin gerçekleştireceğini fakat yargılamanın ise Allah tarafından Allah'ın dostları tarafından gerçekleştirilebileceğini ifade etmiştir.

Din ve Ahlak
Din kaynağını Allah'tan alan bir ahlak sistemidir. Ahlaki davranışın en önemli özelliklerinden biri olan adalet fikri din tarafından ikame edilmiştir.

Adalet İlkelerinin Uygulamaları
Pozitif hukuk denen elan yürürlükteki hukuk ideal adaletin uygulamış tarzıdır. Pozitif hukukun kaynağı olarak örf ve adetlerin belirlediği hak ve haksızlıktır. Yani birinci kaynak örf ve adetlerdir. Hukukun ikinci kaynağı sosyal hayattır. Kamu vicdanın devlet gücü ile kuvvet kazanması ve ahlakı koruyan tedbirler alması hukuku oluşturur. Hukuk kaynağından maksat hukuk kaidelerini koyan makam veya bu kaidelerin dayandığı temel demektir.

Sorumluluğun Temelleri Ve Dereceleri
Sorumluluk derken iki kavramla karşılaşıyoruz, Beklenen davranış ve birşeyi ve bir şeyi yapmaya ve yapmamada tercih. Toplumun insandan hangi davranışlar bekleyeceğini
a-)Şahsın özellikleri.
b-)Şahsın içinde bulunduğu durum.
Sorumluluğun derecelerine gelince bu konuda sorumlulukla ilgili ahlak veya hukukun kaidesinin kaynağına bakmamız gerekiyor. Kaidenin kaynağı hangi makam ve otorite ise biz birinci derecede otoriteye karşı sorumluyuz. Her davranış meydana getirdiği zarar derecesine göre bir sorumluluk doğurur. sorumluluğun sosyal kaynağına gelince, sorumluluk sosyal bir kavramdır, kaynağını cemiyetten alır.

Yaptırıcı Kuvvetler
İnsanı belli bir şekilde davranmaya zorlayan kuvvet (müeyyide) demektir.
Yaptırıcı kuvvet: Devlet kendi emir ve yasaklarına uymayan kimselere ceza verir. Para cezası, hapis, sürgün, vicdan cezası gibi.
Hukukun Garantileri başlığı altında yazar şunları anlatıyor;
Bir ülkenin hukuk sistemi o ülkenin ahlak sisteminin başlıca garantisidir. Hukuk kaideleri bir bakıma devlet gücüyle korunan ahlak kaidelerinden ibarettir. Devlet hukukun sahibidir. Devlet hukukun sahibi olmakla cemiyetin bütün varlığına da garanti altına almış olur. Hukukun garantörü olan bu devleti vatan ve millet meydana getirir.
Hukukun sahibi hamisi olan devletin görevlerinden birisi sosyal adaleti sağlamaktır. Sosyal adaletten maksat herkesi aynı gelir seviyesine çıkarmak herkesi eşitlemek değildir. O zaman toplumda birlik olmazdı. Sosyal adaletten maksat herkese eşit fırsat hakkı tanımaktır.
Sosyal adaletten insanların haklarından bahsedince demokrasi ve ahlak kavramı gündeme gelmektedir. Demokrasi halkın, halk tarafından halk için idaresidir. Demokrasinin en göze batan tarafı seçme hürriyetidir. Yani bütün insanlara eşit seviyede muamele edilir herkesin seçme hakkı vardır. Vatandaşın ahlaki sorumluluğuda demokratik rejimlerde seçme hakkını kullanmasıdır.
Yazar burada farklı bir konuya geçiyor. Savaş ve Ahlak kavramlarını karşılaştırıyor. Savaşın normalde ahlaki bir hareket olmadığını anlatıyor. Fakat ortada bir tarafın tecavüze uğraması varsa bu sefer savaş ahlakın korunması için zorunluluk haline geliyor. Savaşın ahlaka ters olmasının sebebi insanların tıpkı hayvanlar gibi sadece karın doyurma ve hayatta kalma endişesine düşmeleridir
Rüşvetin vurgunculuğun yalancılığın savaş zamanında artması artı bir sebeptir. Savaş ahlakında hile vardır. Fakat ikiyüzlülük yoktur diyor yazar eğer savaşa girilmişse Yazar son olarak makinalaşmanın yani otomasyonun ahlakla olan ilişkisine değiniyor. Makinayla birlikte gelen yeni değerlerin ve yeni hayat tarzının eski ahlaki değerleri sarstığını iddia ediyor. Makinalaşmanın artması yani makina üreten makinaların yapılması sonucu işçi olarak insana ihtiyaç bırakmayacağı bunun için toplumda işsizliğin artacağından bahsediyor. Makinalaşmayla beraber teknisyen yetiştirileceği vasıfsız işçilerin hiçbir işe yaramayacağı kanaatine varıyor. Ayrıca otomasyonun insanın yaptığından daha hızlı ve daha çok üretim gerçekleştirmesi neticesinde insanların boş zamanları çoğalıyor. İnsanların boş kalması onların bu boşluklarını kötü alışkanlıklar edinerek gidermeleri ahlaki bir bunalım getirdiği kanaatindedir yazar. Teknolojinin (otomasyonun) geliştiği şu dönemde tıp ve mühendislikler revaçta bulunmaktadır. Fakat meslek seçiminde ferdi beceriler ve istekler göz önünde tutulmalı ahlaki gaye olarak insanlara faydalı olabileceği mesleği seçmek en ahlaki olanıdır.

İkinci kitabın ikinci bölümünde yazar ailenin ahlak üzerindeki etkilerine değinmiş. Ailenin bilhassa karakter terbiyesi bakımından bütün diğer eğitim kaynaklarından daha önemli olduğunu belirtmiştir. Yazar cemiyet dediğimiz topluluğun aile tarafından yetiştirilen insanlardan meydana geldiğini söylemekte, ve ahlaki davranışın bilhassa duygu yönünün ailede oluştuğunu düşünmektedir. Yazara göre aile cemiyetin en önemli bir birimidir ve böyle olmaya devam edecektir.
Read More...

Sofuoğlu sezonu zaferle kapatmak istiyor!

Kenan Sofuoğlu.. 2007'de sessiz sedasız dünya şampiyonu oldu. 2008'de bir üst kategoriyde mücadele etti, ancak ağabeyini kaybetmesi ve motorunda sürekli yeni birseyler denenmesi, bunlarin da üstene, bir çok kurt yarışçı - Troy bayliss, bu işin Schumacheriydi, Carlos Checa, Troy Corser gibi gibi, içinde mücadele için yeterli deneyime sahip olmaması onun hakkında söylenebileceklerin kısa bir özeti olur.
http://ortasehpa.com/site/wp-content/uploads/2009/01/kenan_sofuoglu.jpg
Bu yazı da onun hayat hikayesini anlatmayacağım elbette. Sezonun son yarışı Portekizde, Portimao'da gerçekleştirilecek 18 saat sonra (yaz-kış saati muhabbetidir aldı başını gitti, +/- bir saat hata payı ile diye düzeltelim o zaman). Geçen sene Kenan SuperSport'a (600cc) dönüşünü açıkladığında yarışını 1000cc'lik Superbike'ı ile değil 2007de şampiyon olduğu motorla yapmış, sezonun son yarışında bir senedir kullanmadığı motoruyla çok rahat bir galibiyet almıştı. Bu sene Yamaha Honda'dan daha iyi bir motor geliştirerek şampiyonluğu alacak veya almış da olabilirler. Sadece Kenan(ın ilk 3 te bitirdiği yarışları izlediğimden genel klasmanı bilmiyorum. Her neyse, Kenan çok büyük bir ihtimalle yarin 25 Ekim Pazar 2009 tarhinde bir yarış daha kazanacak gibi duruyor.

Çünkü, sezonun son yarışı ve Kenan'ın sezon sonunda 3'üncü olabilmesi için en azından arkasındaki Lascorzu geçmeli.
İkincisi: Her sürücünün sevdiği belli pistler vardır, Kenan'ın sevdiği bir pist Portimao pisti de.
Serbest antrenmanlarda da en hızlı süreye sahipti. bunlara ek olarak, Kenan'ın adının daha bilinmediği ülkemize nazaran, dünyada en çok bilinen başarılı kalkış kabiliyetiyle başlarda kazanacağı avantaji yarışın sonuna kadar götürebilir.

Son yarış öncesi son durum:
Kenan'a başarılar dileyerek bu yazının da nihayetine eriyoruz sevgili okurlarımız. Umarim Kenan'ın yeni başarılarını konuşuruz burdan.. Demedi demeyin.
Read More...

DİYELEKTİK DÜSÜNCE TARİHİ

YUNAN DÜŞÜNCESİNDE DİYALEKTİK
Yunan felsefesinde daha başlangıcından beri çocukça ve basit biçimde de olsa diyalektikten,
oluş ve değişme kavramlarını dile getirerek bahsedildiğini duyarız.

HERAKLEİTOS
Milattan önce 535-475 yaşadığı sanılan Heraklietos Efesli bir aristokratın oğludur. Kendisi
bir ayaklanmaya katılmış ve başarısızlığı üzerine Artemis tapınağına kapanarak Dünya ile
ilgisini kesmiştir. Heraklietos insanı bir nesne olarak ilk defa ele almıştır. Ve ben kendimi
alıyorum demiştir. Heraklietos’a göre evrendeki herşey değişikliğe uğrar. Bozulmayan hiçbir
şey yoktur. Aynı ırmağa iki kez giremezsin. Çünkü her seferinde geçen başka bir sudur.
İnsan ruhu da son derece incelmiş ve arınmış bir ateş unsurudur. Kuru akıl daha bilge daha
akıllıdır. Rutubet ruhun ateşini kararttığı zaman akıl gücünü kaybeder. Sarhoşluk bu durumun
en iyi örneğidir.

ZENON
Aristotelese göre diyalektiğin babası Heraklitos değil Elealı Zenondur. Zenonun diyalektiği
özdeşlik ve negatiflik ilkesi üzerine dayanır. Zenon sadece varlığın varolduğunu ve varolmayanın
varolmadığını ileri sürer. Zenona göre evrende gördüğümüz çokluk ve çeşitlilik aslında özle
ilintisi olmayan temelsiz görünüşlerdir. Zenon hareketin imkansızlığını göstermek için çeşitli
örnekler vermiştir. Atılan bir ok hedefine varabilmek için ardaki bütün noktalarda ayrı ayrı
bulunmak zorundadır. Bulunmak durmak demek olduğuna göre ok bütün uçuş süresince duruyor demektir.

SOFİSTLER
Sofistler genel problemlerden uzaklaşıp düşüncesi iradesi ve duygusal hayatı ile insanın kendisini
incelemeye çalışmışlardır.

SOCRATES
Socrates geleneklere saygı duymamakta ve devrimci bir çizgi çizmektedir. Sokratesin bütün ustalığı
sanki bilmiyormuş gibi yaparak kendi düşündüğünü saklamasında ve başkalarından bir şeyler öğrenmek
istiyormuş gibi yapmasında yatmaktadır. Sokrates yönteminin amacı problemi çözmek değil gerektiği
gibi ortaya koymaktır. Kabul ettirmek değil problemi aydınlatmaktır.

PLATON
Milattan önce 427-327 yıllarında yaşamıştır. Bilimsel yöntemini insana bağlı olmaktan kurtarmak
istiyordu. Araştırmanın her türlüsünün beyhude olduğunu dile getirmiştir. Bunuda şu şekilde izah
etmiştir. Aradığım her hangi bir şeyi ya önceden biliyorumdur ,(bu durumda araştırmama gerek kalmaz
ya da araştırdığım şey hakkında hiç bir şey bilmiyorumdur. Bu durumda da herhangi bir şey öğrenmeme
imkan yoktur. Çünkü araştırmayı nasıl yapmam gerektiğini bilemem. Demek ki bilimin değeri olmadığı
gibi başarıya ulaşma şansıda yoktur.

ARİSTOTELES
M-Ö (384-322) Aristoteles bir gençlik yapıtı olan Topiklerde diyalektikten etraflıca söz eder. Bu
kitabın amacı muhtemel öncüllerden kalkarak ileri sürülen her problem üzerine kanıtlama yapmamız ve
bir kanıt ileri sürdüğümüz zaman bu kanıta karşı her hangi bir şey söylemekten kaçınmamızı sağlayan
bir yöntem bulmaktır.
Read More...
 
Copyright (c) 2012 Hüseyin KÜÇÜK
Php Yazılım Uzmanı, Öğretim Teknoloğu, Toplum Gönüllüsü