Kod Dostu

Kod Dostu

Sokratesin Savunması

Sokrates: Ölerek yaşamın onurunu korumak;


Siz Atina erkekleri, belki de sözlerimin yeterli olmadığını; sizleri ikna edebileceğim sözlerden imtina edişimin davayı kaybetmeme yol açtığını düşünüyorsunuz. Hiç de öyle değil.

Bir yoksunluktan ötürü yenildim, ama bu sözlerin yetersizliği değil, arsızlığın, küstahlığın ve terbizyesizliğin yetersizliğiydi ve ağlayarak, sızlayarak, yakınarak, şikayet ederek ve başka bir çok şey yaparak,onuruma yakışmadığını inandığım şeyleri söyleyerek başkalarından duymaya alışkın olduğunuz, duymaktan hoşlanacağınız şeyleri dile getirmeye razı olmayışımdan ötürü oluşan eksiklikti.



Ayrıca ne daha önce durumumun vehametine bakıp özgür bir erkeğe yakışamayacak şekilde davranmam gerektiğine inandım, ne de şimdi kendimi böyle savunmuş olmaktan pişmanlık duyuyorum; bu tarz savunmayla ölümüme yol açmayı, öteki tarz savunmayla yaşamaya yeğ tutuyorum.

Çünkü ne mahkemenin karşısında, ne savaşta, ne de başka bir yerde insan kendini ölünden kaçmak için her şeyi yapacak duruma getirmemeli. Muharebelerde sık sık,silahlarını atıp kendini kovalayanlara yalvarıp yakaranların canlarını kurtardıkları görülmüştür ve hiç bir eylemden ve sözden kaçınmamayı göze aldıktan sonra her türlü tehlikeden ve ölümden kurtulmanın başka bir yolu bulunmaktadır. Ancak, siz erkekler, zor olan, ölümden kaçınmak değildir; bundan çok daha zor olan, kötülükten kaçınabilmektir, çünkü o, ölümden çok daha hızlı koşar.

Ve şimdi yavaşlamış ve yaşlanmışken, daha yavaş olan tehlike bana yetişti; (benden) daha güçlü ve çevik olan davacılarıma ise hızlı olanı, kötülük yetişti. Ve şimdi çekip gidiyoruz artık: ben sizlerce ölüm cezasına çarptırılarak, sizler ise doğruluk tarafından alçaklık ve adaletsizlikten suçlu bulunarak. Ve ben, aynen sizler gibi (ama farklı nedenlerle), bu hükümden memnunum. Bu böyle sonuçlanmalıydı ve böylesinin iyi olduğuna inanıyourum.

Şimdi size, beni ölüme mahkum etmiş olan sizlere, bir kehanette bulunup bundan sonra ne olacağını bildirmek istiyorum; malum, ben insanların kehanette en yakın oldukları konuma erişmiş bulunuyorum: yani ölüme. Dolayısıyla beni ölüme havale etmiş olan sizleri, ben ölür ölmez, tanrı inandırsın ki, bana verdiğinizden çok daha sert olan bir ceza bekliyor. Bundan sonra hayatınızı yönlendirişinizin hesabını vermekten kurtulacağınızı sandığınız için böyle davrandınız; ama umduğunuzdan bambaşka şeyler gelecek başınıza diyorum size; sizden hesap soracak olan ve şimdiye kadar öne çıkmalarına engel olduğum için hiç bir şey fark etmediğiniz çok kimse gelecek.

Ve ne kadar gençseler o kadar inatçı ve ısrarcı olacaklar ve sizler buna çok daha fazla öfkeleneceksiniz. Doğru yaşamadığınız için insanları öldürerek suçlanmaları önleyebileceğinize inanıyorsanız, yanlış hüküm veriyorsunuz demektir; çünkü bu tarz bir temizlenme gerçekleşmesi tamamen imkansız bir temizlenmedir ve güzel değildir; daha güzel ve kolayı, başkalarını rahatsız etmeyen ve mümkün olduğu kadar iyi olacak şekilde kendini yükselten temizlenmedir. İşte beni mahkum etmiş olan sizlere önceden söyleyeceklerim bunlardır ve sizlere veda ediyorum.
Read More...

10 Yılda Neler Gördük?

Mars'ta su bulunmasından yüzyılın deneyi olarak adlandırılan Büyük Hadron Çarpıştırıcısına, Eris cüce gezegeninin ortaya çıkartılmasından klonlamaya, bilim dünyasının son 10 yılda kaydettiği ilerlemeler bir büyük bilim atılımının adımları sayılabilir. Zira bu bilimsel zaferler sayesinde ne Dünya ne de üzerindeki yaşam eskisi gibi olacak.
İşte son 10 yıla damgasını vuran devrim niteliğindeki bilimsel keşif ve gelişmeler:

1. BÜYÜK HADRON ÇARPIŞTIRICISI
Yüzyılın en büyük deneyi olarak kabul edilen 10 milyar dolarlık araştırmada, Büyük Hadron Çarpıştırıcısıyla, 14 milyar yıl önce evrenin doğumuna yol açtığına inanılan Büyük Patlama ortamının yaratılması amaçlanıyor.
Haberin devamı ↓
reklam

İsviçre'nin Cenevre kentindeki yeraltı tünelinde yapılan deneyde geçen yıl ilk kez çalıştırılan atom çarpıştırıcısı, bir ton helyumun tünele sızmasına yol açan elektrik bağlantısı arızası yüzünden kapatıldı. Bu yılın sonlarında yapılan ve gelecek yıl yapılacak asıl çarpıştırma operasyonunun provası olarak görülen "Atlas" adlı deneyde ise 1,18 trilyon elektrot volt gücünde, karşı yönlerde yol alan iki parçacık ışınının çarpışmayı doğurduğu açıklandı.
Çarpıştırıcının katedral büyüklüğündeki dev odasında bulunan belli başlı dört detektörden biri, ilk yüksek enerjili proton çarpışmasını dünya rekoru olarak kaydetti. Çarpıştırıcının enerjisi aşama aşama artırılmaya devam edecek.
Deney sırasında tünel boyunca ayrı yönlerde iki proton huzmesi veriliyor. Işın demetleri ayrı istikametlerde, ışık hızına yakın bir süratle halka şeklindeki tünelde yol alıyor. Proton ışınlarının birbiriyle büyük bir enerjiyle çarpışmasının ardından bilim adamları, kozmosun doğasını kavramaya yarayacak yeni parçacıklar görmeyi umuyor.

2. KÖK HÜCREDE BÜYÜK DEVRİM
Japon bilim adamı Şinya Yamanaka, Kasım 2007'de, insan embriyosu kullanmadan kök hücre üretilebileceğini kanıtlayarak bilim dünyasının kanını donduracak bir atılıma imza attı.
Yamanaka, Kyoto Üniversitesi laboratuvarında, insan embriyosu kullanmadan kök hücre üretilebileceğini, farelerden alınan deri hücreleri üzerinde genetik oynama yaparak gösterdi. Araştırmayla elde edilen kök hücrenin insan embriyosu kullanılmadan üretilmesi, kök hücre çalışmalarına izin vermeyen çevreleri rahatsız etmeyecek olması dolayısıyla da büyük önem taşıyor.
Kısaca iPS olarak adlandırılan, yeni geliştirilmiş kök hücre tipi, yetişkin deri hücrelerine dört gen yerleştirerek ortaya çıkardı. Vücuttaki 220 hücre tipinden herhangi birinin sayısız kopyasını oluşturma yeteneğine sahip embriyonik kök hücreler gibi davranmaya başlayan iPS hücreleri, hastanın kendi yetişkin hücrelerinden türetildiği için bağışıklık sistemi tarafından reddedilme riski taşımıyor. iPS hücreleri, embriyolardan türetilmediğinden büyük bir ahlaki ve dini soruna yol açmıyor.

3. DÜŞÜNCE GÜCÜYLE MEKANİK HAREKET
Beynin har,tasını çıkarma yolunda son on yılda atılan dev adımların başında, bedensel hareketlerin kontrolü sırasında beyinde oluaşn elektromanyetik akımları tespit edebişmekti. Nort Carolina Üniversitesi’nden bilimciler, bir maymunun beynine belli noktalara yerleştirdikleri elektrotlarla bu elektrik komutşarı bilgisayara taşımayı ve maymunun bir mekanik kolu hareket ettirmesini sağlamayı başardı. Bu deney farklı üniversitelerce tekrarlandı ve geliştirildi.
Son gelinen noktada İtalyan bilimciler, 2 Aralık 2009’da kamuoyuna sergiledikleri sistemle, kolunu bir trafik kazasında kaybetmiş bir insanın sinirlerine bağlı mekanik bir kolu hareket ettirmesini sağlayabildi. Sinir sistemindeki bu gelişmeler, çok da uzak olmayan bir gelecekte, uzuvlarını kaybetmiş veya felçli hastaların hayatını oldukça kolaylaştıracak robotik protezler geliştirilmesine olanak sağlayacak.

4. CÜCE GEZEGEN ERİS
Tanımı konusunda gökbilimcileri ikiye ayıran ve en sonunda "cüce gezegen" sınıfında yer almasına karar verilen Eris, 2005 yılında keşfedildi.
Eris, keşfinden sonraki ilk yılında güneş sisteminin 10. gezegeni olarak anılırken, Uluslararası Astronomi Birliğinin gezegen tanımını yayımlamasının ardından "cüce gezegen" sınıfına sokuldu.
Buzullarla kaplı gezegenin yeni statüsü, kendisinden daha küçük olan Plüton'un da "cüce gezegen" kabul edilmesine yol açtı ve güneş sistemindeki gezegen sayısı Astronomi Birliğinin kararıyla 8'e düşürüldü.
Keşfedilen gezegene, tanımı üzerindeki tartışmalar nedeniyle, mitolojide kavga ve nifak tanrıçası olarak bilinen Eris'in adı uygun görüldü.
Plüton'dan yaklaşık 115 kilometre daha geniş olan Eris, güneş sistemindeki en uzak gezegen olarak biliniyor. Eris'in güneşten uzaklığı 14,5 milyar kilometreyi buluyor. 2005 yılında yapılan gözlemlerde Eris'in bir de uydusu bulunduğu keşfedildi ve bu uyduya Dysnomia adı verildi.
Eris'in yörüngesi, Güneş sistemindeki diğer gezegenlerin yörüngesel düzlemine 45 derece eğik konumda bulunuyor. Bu eğim yüzünden 2005 yılına kadar gözlerden uzak kaldığı düşünülen Eris, Güneş'in çevresindeki turunu 560 yılda tamamlıyor.

5. 7 MİLYON YILLIK KAFATASI
Afrika'nın Çad çöllerinde 2001 yılında bulunan ve 6-7 milyon yıllık olduğu tahmin edilen kafatası, insanoğlunun atasına dair tartışmaların merkezi haline geldi.
Toumai adı verilen kafatasını bulan Michel Brunet liderliğindeki Poitiers Üniversitesi ekibi, kafatasının bir insansıya, insanların atasına ait olduğunu duyurdu.
Bilim dünyasında bu görüşe karşı çıkanlar da oldu. Bir kısım bilim adamı, kafatasını, maymunlarla insan arasındaki kayıp halka olarak kabul ederken, bir diğer kısım bunun bir gorile ait olduğu tezini savundu.
Haberin devamı ↓
reklam

Soyağacında halen belirsiz bir yere sahip olan Toumai'nin karakteristik özelliklerinde hem insan, hem de maymunla bağlantılar kuruldu, ancak halen nihai bir sonuca varılamadı. Bazı bilim adamları, bulunan kafatasından yola çıkarak, insansıların 7 milyon yıl iki ayak üzerinde yürüdüğü iddiasını da ortaya attı.

6. GÜNEŞ SİSTEMİNİN DIŞINDAKİ GEZEGENLER
Evrende yalnız olmadığımızı ispatlamaya yönelik araştırmaların odak noktasında bulunan güneş sisteminin dışındaki gezegenlere ilişkin keşiflerin tarihi, 1990'lı yılların başlarına dayanıyor. Bu yıllarda, güneş sisteminin dışında keşfedilen gezegen sayısı tek haneli sayılarla gösterilirken, 2000 yılında 20 kadar gezegen daha bulundu ve bu sayı son 10 yılda yüzlerce olarak anılmaya başladı.
Dünyaya trilyonlarca kilometre uzaklıkta bulunan bazı gezegenlerin teleskoplarla fotoğrafları çekilebildi. Keşfedilen 400'den fazla gezegenin büyük bölümünün, Jüpiter ve Satürn gibi devasa gaz gezegeni olduğu açıklanırken gökbilimciler çalışmalarını, yaşam izine rastlayabileceklerini düşündükleri Dünya benzeri gezegenler üzerinde yoğunlaştırdı.

7. KLONLAMA
Klonlama çağı, 1997 yılında ilk memelinin, Dolly adı verilen bir koyunun klonlanmasıyla başladı.
Dolly'i 2000 yılında bir maymun takip etti ve dünyanın farklı yerlerinde birçok araştırmacı, bu iki örneğin ardından at, inek ve kedi gibi birçok hayvan türünü klonlamayı başardı.
2001 yılında Güney Asya öküzü, 2009 yılında ise bir deve ile bir bizon klonlandı.

8. MARS'TA SU BULUNMASI
Kızıl Gezegen Mars'ta su bulunduğu iddiası doğrulandı. NASA, uzay aracı Phoenix'in, suyun varlığını kanıtlamakla kalmadığını, suya temas ettiğini açıkladı.
Mayıs ayından bu yana Mars'ın yüzeyini, mekanik kolunu kürek yerine kullanarak inceleyen robotun, gezegenin daha önce tahlil edilmemiş bölgesinde suyla karşılaştığı belirtildi.

9. MİCRO-RNA
İlk kez 1993 yılında keşfedilen, ancak adını 2001 yılında alan microRNA'lar, sağlık ile hastalık arasında önemli bir rolü bulunan genetik şifre parçacıklarından oluşuyor.
Genin nasıl çalıştığını kontrol eden hücrelerin düzenli çalışması için ihtiyaç duyulan dengenin sağlanmasına yardımcı olan bu parçacıklar işlevini kaybettiğinde hastalıklar ortaya çıkıyor.
MicroRNA'ların bu nedenle yeni ilaçların keşfinde çok büyük önemi bulunduğuna inanılıyor.

10. GENOM HAYVANAT BAHÇESİ
Uluslararası bir çalışma olan Genom Hayvanat Bahçesi projesiyle, bir organizmanın DNA'sında kayıtlı genetik bilgilerin tamamına ulaşılmasında maliyetin düşürülmesi amaçlanıyor.
635 milyon avroya ve 10 yıllık bir çalışmaya mal olan proje, hücrelerin nasıl çalıştığının ortaya çıkarılmasına ve hastalıkların sayısız metotla araştırılmasına katkıda bulunuyor.
Bilim adamları, Genom 10K adı verilen Genom Hayvanat Bahçesini yaratarak, 10 bin omurgalı türün kayıtlı genetik bilgilerinin tamamına ulaşmayı amaçlıyor.

 Kaynak: ntvmsnbc.com
Read More...

DOĞUM GÜNLERİ İÇİN ;)





 
 
Read More...

BÜYÜK PATLA BASLIYOR

Yüzyılın en büyük deneyi olarak kabul edilen, Büyük Patlama ortamının yaratılacağı Büyük Hadron Çarpıştırıcısı'na evsahipliği yapan tünelde, bir proton parçacık demeti birkaç dakika döndürüldü.



Yüzyılın deneyini yürüten Avrupa Nükleer Araştırma Merkezinden (ANAM-European Organization for Nuclear Research (Cern)) sözcü James Gillies, bir proton parçacık demetinin çarpıştırıcıya ev sahipliği yapan 27 km uzunluğundaki tünelde birkaç dakika döndürüldüğünü söyledi.

Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (BHÇ), 14 ay aradan sonra tekrar çalıştırılmış ve bu denemelerin başarılı olması halinde deneyin ne zaman yapılacağı açıklanmamıştı.
Deney sırasında tünel boyunca ayrı yönlerde iki proton hüzmesi verilecek. Bu ışın demetleri ayrı istikametlerde, ışık hızına yakın bir süratle halka şeklindeki tünelde yol alacak. Proton ışınlarının birbiriyle büyük bir enerjiyle çarpışmasının ardından bilim adamları, kozmosun doğasını kavramaya yarayacak yeni parçacıklar görmeyi umuyor.


Yüzyılın deneyini yürüten Avrupa Nükleer Araştırma Merkezinden (ANAM-European Organization for Nuclear Research (Cern)) sözcü James Gillies, bir proton parçacık demetinin çarpıştırıcıya ev sahipliği yapan 27 km uzunluğundaki tünelde birkaç dakika döndürüldüğünü söyledi.
Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (BHÇ), 14 ay aradan sonra tekrar çalıştırılmış ve bu denemelerin başarılı olması halinde deneyin ne zaman yapılacağı açıklanmamıştı.

Deney sırasında tünel boyunca ayrı yönlerde iki proton hüzmesi verilecek. Bu ışın demetleri ayrı istikametlerde, ışık hızına yakın bir süratle halka şeklindeki tünelde yol alacak. Proton ışınlarının birbiriyle büyük bir enerjiyle çarpışmasının ardından bilim adamları, kozmosun doğasını kavramaya yarayacak yeni parçacıklar görmeyi umuyor.

Read More...
Çanakkale savaşları deyince akla ilk gelen ve bu savaşların simgesi olan kahraman Nusret Mayın gemisidir. 18 Mart Deniz Savaşı’nda Müttefik Donanmasını dağıtan, Müttefik Komutanlarını şaşkınlığa uğratan, Türk askerine moral, Türk Milleti’ne sevinç kaynağı olan 26 mayınla bir yazgının değişmesine sebep olan bir kahramanlık hikayesidir Nusret Mayın Gemisi.
 
Nusret Mayın Gemisi’nin başarısı o kadar büyümüştür ki destansı özellikler katılarak menkıbe kitaplarında baş köşeyi almıştır. Çoğu kaynakta ‘17 Mart’ı, 18 Mart’a bağlayan gece’ diye başlar Nusret’in serüveni. Bu verilen tarih doğru olmamakla birlikte, olayın dramatik yanını artırması açısından kullanılmıştır. Nusret’in kahramanlık hikayesi çok önceden başlar; Nusret Mayın Gemisi Boğaz sularına 3 Eylül 1914′te geldi.

Teoman Erbay arşivinden Nusret Mayın Gemisi
Almanya’da özel olarak inşa edilmiş bu tekne, dar alanlarda kolayca manevra yapabiliyor ve az su çektiğinden mayın alanları üzerinde güvenle dolaşabiliyordu.
Nusret Mayın Gemisi’nin künye bilgileri şöyledir:
"Tipi Mayın Gemisi
İnşa Yeri Almanya
Tonajı 360T
Hizmete Girişi 1912
Boyu 40 m
Eni 7,4 m
Çektiği su 2 m
Silahları 1 adet 7,5/40 Top, 2 Adet 4,7 Top, 2 mk. 5b.
Sürat 15 mil
Hizmet Dışı 16.06.1957"


Akıbeti

Müttefik donanmasının boğazlardaki tabyaları bombalamaya başlamaları (Şubat 1915) ile birlikte Mart ayına kadar geçen süre içinde, dünyanın en büyük donanması boğaz önünde toplanıyor, keşif uçuşlarıyla mayın alanları belirleniyor, mayın araştırma ve keşif gemileri boğazın içlerine kadar girip mayınları temizliyorlardı. Nusret’in mayınlarını döktüğü Karanlık Liman önündeki mayın hatları ise tamamen temizlenmişti.
Uzun süreli bu temizlik çalışmalarının ardından Müttefik donanmasının boğazı geçme girişiminde bulunacağı kesinde. Bunun üzerine Müstahkem Mevkii komutanlığı daha önceden düşündüğü gibi, bir Alman subayının da teklifiyle elde kalan son 26 Mayını Karanlık Liman’a dökme kararı aldı.
Bu olayın içinde yaşayan Müstahkem Mevkii Kurmay Başkanı Selahattin Adil anılarında şöyle yazmaktadır:

‘Düşman kesin saldırısının birkaç gün içinde yapılacağı belli oluyordu. Deniz işlerine bakan ve izleyen tecrübeli, sevimli, uysal bir ihtiyar olan Alman Amirali Menter Paşa’nın teklifine uyularak, geride kalan yedek mayınların atılmasına karar verilmiş ve 30 kadar mayın Nusret gemisinde hazırlanmıştı.’

Böylece Müstahkem Mevkii Komutanı Cevat Paşa’nın da görevlendirilmesiyle, Yüzbaşı Tophaneli Hakkı Bey komutasındaki Nusret Mayın gemisi 7/8 Mart gece yarısından az sonra göreve çıkıyordu. Müstahkem Mevkii Mayın Grup Komutanı Yüzbaşı Hafız Nazmi (Akpınar) Bey’de Nusret Mayın Gemisi’ndeydi.

7/8 Mart gece yarısından az sonra sisli bir havada Çanakkale’den ayrılan Nusret Mayın Gemisi bütün ışıklarını söndürmüş, kıvılcım atmasın diye ocaklarını bastırmışlardır. Daha önceden dökülmüş olan mayınların arasından, Nazmi Bey’in kılavuzluğunda geçerek karanlık Liman’a doğru ilerlemeyi sürdürürler. Kıyıya paralel olarak 100′er metre aralıklarla ve suyun 4,5 metre altında 26 mayın da sessizlik içinde dökülür. Görev tamamlandığında yine aynı sessizlik ve dikkatle geriye dönen Nusret Mayın Gemisi, bir savaşın kaderini değiştirecek 26 Mayınlık imzasını bırakmıştır geride.

Ertesi günlerde, Müttefikler tarafından yeni keşif uçuşları ve mayın taramaları yapılmıştır. Her nasılsa bu 26 sürpriz mayın kendilerini saklamayı başarmıştır. Hatta Karanlık Koy’da mayın bulunmadığına dair rapor veren İngiliz Pilot, bu sürpriz mayınların başarısından bir gün sonra kurşuna dizilmiştir.
18 Mart günü yaşananlar Türk tarihinde gerçek bir zaferdir. Bu zaferde Nusret Mayın Gemisi’nin başarısı tartışılmazdır. Winston Churchill 1930′da ”Revue de Paris’ dergisinde bu olayı şöyle yorumluyordu.

‘Birinci Dünya Harbi’nde bu kadar insanın ölmesine harbin ağır masraflara mal olmasına, denizlerde 5,000 tane ticaret ve savaş gemisinin batmasına başlıca neden, Türkler tarafından bir gece önce atılan ve incecik bir çelik halat ucunda sallanan 26 adet mayındır.’

Görüldüğü gibi Nusret Mayın Gemisi ve 18 Mart Zaferi bütünleşmiş ve bu zaferle birlikte anılan bir destana dönüşmüştür.

Nusret Mayın Gemisi 2000 yılı itibariyle hala Mersin’de bulunmakta, batmaması için vakıflar ve gönüllüler yardımı ile içindeki su boşaltılmaktadır. Belki Yavuz ve Midilli gibi jilet olmayacaktır, ama bu kaderi paylaşmamak için yardıma ihtiyacı vardır.


 Nusret Mayın Gemisi
Read More...

GÖZ CUKURU

Halinden yoksul olduğu anlaşılan bir adan,deniz kenarında oltayla balık tutuyordu.Tesadüfen oradan geçmekte olan ülkenin padişahı bu gariban adamla ilgilendi ve ona.
-”Oltana ben burada iken ilk takılan şey ne olursa sana onun ağırlığınca altın vereceğim,” dedi.
Biraz sonra oltaya takıla takıla ortası delik bir kemik takıldı.Hükümdar balıkçıya,
-”Ne yapalım,şansın bu kadar,oltana ağır bir şey takılmadı” diyerek alıp sarayına götürdü.
Saraya varınca adamlarına,balıkçıya elindeki kemiğin ağırlığınca altın vermelerini emretti.Kemiği terazinin kefesine koydular,öbür kefesine de altın koymaya başladılar.Beş,on ,yirmi,elli diyerek altınları koydular ama kemik yerinden oynamıyordu.Görünüşte dört beş altını zor tartar göründüğü halde,tahminlerin on milli üzerinde altın koydular kemik bana mısın demedi.Altını doldurmaya devam ettiler,terazinin kefesi doldu taştı ama kemik tarafı yerinden kımıldamıyordu.Bunda bir sır olduğunu anladılar.
Bir bilgeyi çağırıp bu sırrın ne olduğunu sordular.Bilge kemiği eline alıp şöyle bir baktıktan sonra şu açıklamada bulundu.
 ” Bu kemik açgözlü bir insanın göz çukurudur.Siz bunu tartmak için bütün hazineyi koysanız yine yerinden oynamaz.Çünkü doymaz.Ama bir avuç toprak bunu doyurur”
 Nitekim bir avuç toprak alıp terazinin kefesine koydu ve kemik yukarı kalkıverdi.
Read More...

ESKİ BİR MEZAR YAZITI


Gürültü patırtının ortasında sükunetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma. Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çaliş. Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun, bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma. İçten ol. Telaşsız, kısa ve açık seçik konuş. Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü, dünyada herkesin bir öyküsü vardır. Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış. İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen. Hayattaki dayanağın odur. Seveceğin bir iş seçersen yaşamında bir an bile çalışmış olmazsın. İşini öyle sev ki, başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken, verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.

Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman sever gibi yapma. Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme. İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz. Ve unutma ki insanların Yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsalın tek bir kum taneciğinden daha fazla değildir. Aşka burun kıvırma sakın. O çöl ortasında yemyeşil bir bahçedir. O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.

Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakabileceğin en büyük miras dürüstlüktür. Yılların geçmesine öfkelenme. Gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme. Rüzgarın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgara göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir. Ara-sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkansızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendinle barış içinde ol.

Hatırlar mısın doğduğun zamanları. Sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu. Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse. Sabırlı, şefkatli, bağışlayıcı ol. Eninde sonunda bütün servetin sensin. Görmeye çalış ki bütün pisliğine rağmen dünya, insanoğlunun biricik güzel mekanıdır.

Xsentius, M.Ö. IX. yy.
Read More...

En Uzaktakiler

Bristol Üniversitesinden araştırmacıların NASA'nın 1999'da yörüngeye yerleştirdiği Chandra röntgen teleskobundan verileri analiz ederek yerini belirledikleri "JKCS041" adı verilen galaksi kümesi, bir milyar ışık yılıyla önceki rekoru kırdı.
Tespiti yapan bilim insanları, galaksi kümesinin Evren henüz mevcut yaşının sadece dörtte biri kadarken ve Dünya'nın oluşumundan yaklaşık 6 milyar yıl önce ortaya çıktığını bildirdi. Yüzlerce galaksiyi içinde barındıran kümenin Evren'deki en büyük çekim gücüne sahip cisimler olduğunu söyleyen bilimciler, bu keşfin Evren'in gelişimi konusunda aydınlatıcı olacağı inancında.
"JKCS041", ilk olarak 2006'da kızılötesi gözlemlerde görülmüş, ancak bilim adamları, bunun gerçek bir galaksi kümesi mi, yoksa oluşum halindeki bir galaksi mi olduğunu anlayamamışlardı. Normal bir teleskopla bu galaksi kümesinin mesafesini ölçmek imkansız.
Haberin devamı ↓

reklam
Keşfi yapanlardan Dr. Ben Maughan, heyecan verici olduğunu belirttiği keşfi, "bir T-Rex fosilinin bilinenden daha eski olduğunu keşfetmeye" benzetti.
Read More...

TOG mu orası neresi???

6-7 aydır içindeyim Toplum Gönüllülerinin. her gün, her yeni organizasyon da bir çözülme sezimledim içeride. ne için sorusunu sormaya korkuyorum ama şimdi soruyorum. Ne için???
cevap karmakarışık. yardımseverliğin doruk noktalarından TOG egoist düşüncelerin, insani kapitalizmin barınma yeri olmuş durumda. eskilerden (eski yeni ayrımı yok demeyin var) tanıdığım insanları düşünüyorum çıldırmış durumdalar, TOG da durmak istemiyor durumdalar. durmak isteyenler zaten bu durumun olmasını sağlayan kahramanlar.
TOG da kötü diye nitelendirebileceğim insan tanımadım. aklı başında, amacı amacını bilmek olan, insanlara bir şeyler yoluyla yardımcı olmak isteyen insanlarla beraber olmaktan; ortak amaçlarımızı yerine getirmekten mutluluk, huzur duydum/duyuyorum.

Büyüklük kademede midir?
nasıl yani? kademe ne? Nereden çıktı?
nereden çıktığı aslında açık. insanlar sorumluluklarıyla gelişir tamam da bu sorumluluklar insanlardan üstün yapmaz bizi. yapamaz. bu ahlaki bir olgudur... "Ahlak ve erdemden yoksun kimse,bir çuval çamurdan daha değersizdir." diyor LAEDRİ, ne kadar doğru. bir yerlere gelipte kendini bir şey sanan çamur kafalar, karşıma geçip benden hesap soramazlar. bana emir veremezler. en iyisi siz konuşupta aptallığınızı belli etmek yerine, susun da insanlar sizi biraz akıllı sansın.

Sitem değil bu. İhtar. lütfen burası bir çark gibi bizden öncekiler bize bıraktı, biz başkalarına bırakıcaz. kendinizi TOGun üstünde görmeyin, TOGu sahiplenin ama sizin sanmayın. kendinizi akıllı sanmayın. "Bizce aklı başında adam yalnız bizim gibi düşünendir."
La ROCHEFOUCALD

cevaba tam ulaşamadım çünkü zaman daha erken. bu bile bazı gerçekleri gözteriyor. Tekrar söylüyorum LÜTFEN.
Read More...

TRANSANDANTAL MEDİTASYON


Modern Yaşamın Bunalımı
Kainatın yaratılışıyla başlayan gizemli oyunun kahramanı olan ve aynı gezegeni paylaştığı diğer canlılardan üstün sinir sistemiyle hemencecik ayrılan tuhaf bir varlık olan insan zaman yolculuğu sırasında hayal gücünün fethetme ve doyumluluk arzularıyla birleşmesi sonucu bilim ve tekniği keşfetmiş ve bunlara umutlar bağlamıştır.
Bilim ve teknik sayesinde insanlar etki alanlarını genişletmişler ve genişleteceklerdir. Ancak zaman içinde bir çelişki ortaya çıkmıştır. Sanayileşen ve gelişen toplumlar teknolojik genişleme gösteriyorlarsa da teknoloji şimdiye kadar insanın kişisel olgunlaşması ya da sosyal uyuma kavuşmasında başarılı olamamıştır. Maddi refahın artmasına rağmen sorunların kaynağı olan huzursuzluk ve gerginlik azalmamıştır.
Çözüm önerileri arasında teknolojinin yeniden değerlendirilmesi varken alternatif olarak modern bilimin teknolojisini insanın olgunlaşması yönünde uygulamaktır. Bu amacı sağlamak için huzursuzluk, uyuşturucu madde düşkünlüğü akıl hastalıkları, iş değerinde düşüklük, belirsiz amaçlar peşinde koşma ve heyecan için çılgınca bir arayış gibi acı veren sorunların kurbanı olan Amerika’da tıbbi ve psikolojik araştırmalara milyonlarca dolar harcanmıştır. Bununla beraber psikoloji ve ilaçlar geçici ve genellikle zararlı etkilerinden başka insanlarda artmakta olan gerginliği giderici kolay bir çare ortaya koyamamışlardır.
Beden üzerindeki aşırı yıpranmanın tıbbi terimi “Gerginliktir”. Kişi sürekli değişikliğe maruz kaldığı zaman bedenide değişen koşullara yanıt verebilmelidir. Koşullara ayak uydururken, yeteneklerini ortaya koyan kişi ve fizyolojik olarak bioşimik tepki gösterir. Bu ayak uydurma süreci vücudun ana kaynaklarını tüketir ve gücünü azaltır. Bedenin tükenen kaynaklarını yerine getirecek yeterli dinlenmeye sahip olmadan bu aşırı gerginlikle sürekli karşılaşmak sonunda kişinin yaşamının her evresinde kendini gösteren bir bozulma sürecine yol açar. Aynı zamanda kendilerinin açıklayamadıkları bir huzursuzluk, bezginlik, çöküntü yada genel bir doyumsuzluk ve amaçsızlıktan rahatsız olduklarını görürler.
Gerginliğin birikmesi zihinsel berraklığın ve duygusal içtenliğin azalmasına, dolayısıyla insanlar arasındaki ilişkilerin bozulmasına yol açar. Aşırı gerginlik aynı zamanda karar verememek, etkili planlama, ve iş yapamamak durumlarına götürür.
Maddi konfor ve başarı bir dereceye kadar doyum sağlar; fakat insanı vücut ve zihin sağlığı yaşamının niteliğini saptar. Eğer gerginlik bir insanın günlük uğraşılarını huzursuzluk ve doyumsuzlukla gölgeliyorsa, gerginliğin fizyolojik olarak karşıtı dinlenmiş ve etkili bir biçimde vazife gören sinir düzenidir.
İşte yaşadığımız bilim ve teknik çağında, insanın en temel değeri olan bilincini ele almak, tanığı olduğumuz teknolojik gelişmelerin doğal bir sonucudur. Bilim dev ilerlemekte yeni bulgular eskilerini çok gerilerde bırakmaktadır. Buna rağmen nesnel sorunları olmayan kişilerin yaşamlarında da acıların ve sağlıksızlıkların yer aldığına, tıp biliminin tüm bilgilerinin ve çağdaş tıp teknolojisinin seferber edilmesine karşın hastalık artışının önlenemediğine tanık olmaktayız. Uzmanlar, sorunların ve acıların kökenini, ilgi alanlarını tek tek ele alarak aramakta ve insan yaşamının bütününü kapsayan çözümler getirememektedirler. Bu da tüm sağlıksızlıkların nedenini daha temel ve ortak bir alanda aramak gerektiğini akla getirmektedir: Bu alan insan bilincidir! Transandantal meditasyon (T.M) gibi deneysel bir yönteme dayanan bilinç teknolojisi insanın tüm beyinsel potansiyelini kullanarak güçsüzlükten kurtulmasını sağlamaktadır.
Bu özet, gerginlik birikimini azaltarak gerginliğe karşı bedenin dayanıklılığını arttırarak ve psiko-fizyolojik bir bütünlük durumu sağlayarak bu gelişmeyi kazandıran bir yöntem önermektedir.
TM aşırı gerginliğin yıkıntısını gidererek kişiye derin bir dinlenme durumu sağlar. Araştırmacılar bu tekniğin düzenli uygulanmasıyla öğrenme yeteneğinin algılama gücünün ve tepki zamanının geliştiğini belirtmektedirler. Bilim adamları TM’nin üretkenliği ve yapılan işten hoşnut olmayı arttırdığını ayrıca yüksek tansiyonu indirdiğini astım durumlarını düzelttiğini ve akıl hastalıklarının tedavisinde yararlı olduğunu söylemektedirler.
Fizik biliminin madde ve enerji üzerindeki artan buluşları, evrenin temelindeki doğa yasalarının anlaşılmasına öncülük etmektedir. Biliyoruz ki maddenin ve doğal olayların kökeni enerjidir; Biçim değiştirmekle beraber saf enerji hep aynı kalmaktadır.
Klasik fiziğin incelendiği “kapalı sistemler”de enerji değişmese de, bu sistemler zamanla “entropi”(düzensizlik) artışına uğrarlar. Entropi, hareketin(ya da ısının) azaltılmasıyla giderilebilir ve düzenlilik yeniden sağlanabilir. Bu olgu termodinamiğin bilinen üç yasasıyla anlatılmaktadır:
1.Yasa: Enerjinin devamlılığı.
2.Yasa: Kapalı sistemlerde zamanla artan entropi.
3.Yasa: Isı azaltıldığında hareketin durulmasıyla artan düzen.
3.yasaya dayanarak maddeyi mutlak sıfıra(-273 derece) yaklaştırmakla ortaya çıkan süper iletkenlik süper akışkanlık gibi maddenin elektron düzeyinde kazandığı niteliklerden günümüz teknolojisi yararlanmaktadır.
Modern fiziğin inceleme alanındaki “açık sistemler” sayesinde yaşam ve canlılık kavramlarına erişilmiştir. Bu sistemlerde düzensizlik artınca sistemlerin daha gelişmiş düzen durumlarına geçebilme nitelikleri saptanmıştır. Madde için geçerli olan temel enerji, canlı varlıklar ve insan bilinci içinde geçerlidir .enerji alabilen enerjiyi yaşama ve daha gelişmiş bir düzene çevirebilen canlı bir sistem olan insan bilincinin en önemli niteliği, kaynağının saf enerji oluşudur. İnsan bilincinde, kendi içindeki bir kaynaktan gün boyu sayısız düşünceler oluşmaktadır. Bu düşünceler enerji yüklüdür, çünkü harekete çevirebilirler. Bunlar ayrıca zeka yüklüdür, çünkü harekete yön verirler. Öyleyse düşüncelerin kaynağı, ancak saf enerji alanı, yaratıcı zeka alanı olabilir.
Yaşamda karşılaştığımız tüm güçlükler acı ve sağlıksızlıklar, düzensizlik ve doğaya uyumsuzluk belirtisi olup insan bilincinin açık sistem özelliğini tam olarak yerine getirememesinden ileri gelmektedir. Psikologların belirlediği gibi, beyin potansiyelimizin yalnızca %5-15’inin kullanılabilir olması ve bilinçli alanın bu oranda dar olması aynı nedene dayanmaktadır. Dr.Brian Josephson’un(nobel ödüllü) insan bilincinin yapısı fizik kuramlarıyla açıklayan çalışmalarında da değinildiği gibi, termodinamiğin üç yasasını bilince uyarladığımızda beynin potansiyelinin nasıl kullanılabilir duruma geçirilebileceğini ve bunun insan yaşamında ne denli önemli olduğunu görürüz:
1.Yasa: Temelde saf enerji (yaratıcı zeka).
2.Yasa: Beyin kısıtlı çalıştığında yarı kapalı bir sistemin ortaya çıkışı; düzen korunsa da yaşlanma, yıpranma, acı ve hastalıkların ortaya çıkışı.
3.Yasa: Beyin düşünme şeklinde beliren hareketini azaltarak kaynağındaki sonsuz enerji alanıyla doğrudan ilişki kurduğunda, yaşamın her yönüyle güçlenmesi ve gelişmesi, tüm doğa yasalarıyla uyum sağlaması.
3.yasadaki olanakları insan yaşamına kazandıran TM tekniği beynin kendi içine dönerek düşüncelerin giderek daha ince düzeylere doğru artmasını ve sonunda kaynağına erişmesini sağlamaktadır.
Ne bir din ya da felsefe ne de yaşam görüşü olmayan TM gerginliği azaltma ve bilinç uyanıklığını genişletmek için doğal bir tekniktir.
İlk kez Birleşik Amerika da Hintli bir öğretmen olan Maharishi Mahesh Yogi tarafından tanıtıldı “transandantal”deyimi “öteye geçiş” anlamındadır. Bu deyim TM uygulayıcılarının alışık oldukları uyanık yaşantı düzeylerinden öteye çok derin bir dinlenme durumuna geçerlerken uyanıklıklarının iki kat artmasından dolayı seçilmiştir. Bu bir dalış tekniğidir. Dalış zihne doğru açıverildiğinde otomatik olarak ve kendiliğinden gerçekleşmektedir. Teknik bir kaç saatte öğrenilebilir, sonra her sabah ve akşam sistemli biçimde 15-20 dakika uygulandığında bilinçli zihin daha fazla yaratıcılık ve enerji kazanmaktadır. Teknik evde uygulanırsa da bir kimsenin rahatsız edilmeksizin rahatça oturabileceği herhangi bir yerde de yapılabilir.
TM sırasında ne olur? İnsan dikkatini içine çeker gevşek ve rahatlık veren bir durumu izlemek için zihnini kullanır. Zihnin çok sakin fakat olağan üstü uyanıklıkta bir halini izler.”sakin uyanıklık.”, “uykuda değil fakat özellikle herhangi bir şeyle de ilgili değil”, ”iç uyanıklığa sahip fakat herhangi bir düşünceye sahip değil”biçimlerinde uygulayıcılar tarafından tanımlanmaktadır. Gündelik yaşantımız, bitmek tükenmek bilmeyen düşünceler, duygular, heyecanlar ve algılamalarla doludur. TM’nin en önemli özelliği olan doğallığı ve güç sarfı gerektirmemesi sayesinde bu sürekli izlenimlerden günde iki kez gayretsizce sıyrılma fırsatı sağlar. Bu özelliğin, fizikte kuantum kuramında geliştirilen bilgilerle irdeleyebiliriz: Kuantlar kuramında atomların temel durumu(vakum), atomun en az uyarımlı düzeninin en fazla düzensizliğinin en az olduğu durumdur. Bu kurama göre tüm atomlar bulundukları uyarım düzeyinden daha uyarımlı düzeyleri gitme eğilimlidirler. Çünkü daha az uyarımlı düzeylerde, düzen ve kararlılık artar. Beyin için de aynı eğilim söz konusudur: TM uygulaması sırasında da beyin, düşüncenin daha uyarımlı durumlarına doğal olarak akmakta ve bu süreçte çekiciliği ve mutluluğu denemektedir. Zihnin sakin düzeylerini izleyen uygulamacı nesnelerin yokluğunda kendi bilincinin sonsuz yapısının giderek artan bir biçimde farkına. Saf bilinç diye adlandırılan, iç uyanıklığa sahip olup uyanıklığın kendisinden başka bir şeyin farkında olmamak demektir. Bu alan bilincimizin en az uyarım düzeyidir ve sonsuz mutluluk niteliğine sahiptir
Saf uyanıklık yaşantısı aslında çekici bir yapıya sahip olmasına rağmen insanlar, genellikle TM’yi zevk ya da başlı başına bir bilgi olarak uygulamazlar, aynı zamanda yaşamlarının niteliğinde belirli incelemeler için uygularlar .
Saf uyanıklığın düzenli yaşantısı fizyolojik sağlık ve psikolojik mutluluk bakımlarından olumlu etkiler doğmaktadır. İnsanın kendi kapasitesinin tümüyle değerlendirmesini sağlamaktadır. Maharishi bu yararları şöyle açıklamaktadır: Saf uyanıklıkla meditasyon sırasında düşünceler olmaksızın bir iç uyanıklık yaşamakla, yaratıcı zeka ve kişisel bilincin altında yatan sonsuz zeka ve enerjinin ana kaynağı arasında bir özdeşlik vardır.
Eğer TM’nin insanın zeka ve enerji kaynaklarını ortaya çıkarmakta bu kadar etkili olması kanıtlanmış ve insanın gelişmesi yolunda bu basit yaklaşım kritik bir sorun olan gerginliğe kolay bir çözüm getirmesi ve insanın gelişme sürecine ayak uydurmaktaki bugünkü yetersizliği karşısında umut vericidir.
Read More...

İNANÇ

İNANÇ NEDİR?
İnanç ve bilgi: İnsanların inançlarının olması için sezgilerinin, yani arıtılmış duyumlarının olması gerekir. O varlıkların benlikteki özümsemesi varlıklara benlik tarafından sahip olma, o, “birlikte bile ayrılıktır” inanç, somut ve birleştiricidir.
Pascala göre üç çeşit inanma yolu vardır: Akıl, alışkanlık ve ilham.
Akıl ile ilgili, “insanı büyü yapan düşüncesidir?” der. “Biz hakikati sadece akıl yoluyla değil, aynı zamanda kalp yoluyla da tanırız.”
İnanmanın ikinci yolu olan alışkanlık; onun nezdinde ibadettir.
İnanmanın üçüncü yolu olan ilham, tabiat üstü lütuftur.
Kant, inancı bilginin üstüne ve ayrı bir alana, ahlaki hakikatler alanına yerleştirir. Kant'ta pratik akıl bir bilgi olarak değil bir vazife olarak konulur.
Fichte'de “İnanç bilginin bütün alanlarına hakimdir. Fakat kaynağı itibariyle o ahlaki hakikatler aleminden doğmaktadır” tezini savunur.
Hamilton'da inanç, “aklın ilk şartı” olmaktadır. “İnanç temeli oluşturduğu bilgiden önce gelen bir kanaattir.

GERÇEK BİLGİ OLARAK İNANÇ
İnanç benliğin eşyanın hayatına alelade bir katılması değil, o bizzat eşyaya sahip olmaktır; eşyanın hayatının benlikte yani insanda olmasıdır.
inanç varlıkları birbirine bağlayan içsel münasebetlerin keşfedilmesidir; benliğin varlıklarla birleşmesi ve “birlik içinde bile ayrı olması”dır.

İNANCIN TAKLİDİ
Eğer inanç iletilebilir olmasaydı ve doğduğu fertte ebediyen kapalı kalsaydı ne insan toplumu olurdu ne de medeniyet.
Taklid, ruh dünyasına bir mucize gibi girer; toplumu ve medeniyeti o yaratır aynı zamanda insanın evrensel olmasını, iradesini ruhlarda ebediyete kadar devam ettirebilmesini sağlar. İnancın evrensel yaygınlığı ancak taklit yoluyla mümkündür.
Read More...

ANAHATLARIYLA İSLAM FELSEFESİ


ANAHATLARIYLA İSLAM FELSEFESİ
Yazar, giriş bölümünde felsefenin tanımını ve temel kavramları verdikten sonra, ilk bölümde felsefenin doğuşundan İslam dünyasına geçişe kadar dönemi ve ünlü filozoflarını, ikinci bölümde ise; felsefenin İslam dünyasına geçmesinden itibaren, yetişen filozofları ve ekollerini tanıtır. Kitap, Çok çeşitli kaynaklardan yararlanılarak hazırlanmış, yazar kendi düşüncelerine pek yer vermemiş. Yazarın katkısı sadece bu fikirleri bağlamak olmuş. Daha çok bir araştırma tezi gibi.
FELSEFENİN METODLARI
1- Akıl felsefenin temeli değil aleti olmak durumundadır.
2- “Felsefe sadece akılla ilgilenir” demek konusunu sınırlamaktır. Zira insan ruhu sadece akıldan ibaret değildir.
3- Çözülmemiş ve çözülememiş problemleri saçma ve lüzumsuz diye konusu dışında bırakmaz.
FELSEFENİN TARİFİ
Felsefenin çeşitli tarifleri şöyle yapılmıştır.
·      Pythagoros “Başlangıcı; ilim sevgisi, ortası; insanın gücü kadarıyla varlıkların mahiyetini bilip tanıması, sonu da ilme uygun bir şekilde konuşup yaşamaktır.”
·      Platon “ Görülmesi mümkün olmayanın ilmi”
·      Aristo “İlk prensipler ve son sebepler hakkında bilgi”
·      Genel tanımı “Evren hakkında tefekküre dair bir bilgi, teemmüllü bir bilgi”, “Mutlak ilim”, “İlimlerin ilmi”, “İlimlerin izahı”
·      Descartes(1595-1650)”Felsefe sözünden hikmeti (bilgelik) incelemek anlaşılır. Bilgelikten de, insanın bilebildiği kadar, bütün şeylerin tam bilgisi anlaşılır.”
·      Hegel (1770-1830) “Önce genel olarak düşünce tarafından nesnelerin(eşyanın) derin bir şekilde incelenmesidir.”
·      İslam filozofları “Felsefe, eşyanın mahiyet ve hakikatını bilmek, varlığın sebebini açıklama gayretidir. İnsanın kendini bilip tanımasıdır.”
·      İslam filozofu El-Kindi(öl. M.S. 873) “Felsefe insanın kendisini tanımasıdır. Felsefe sanatların sanatı, hikmetlerin hikmetidir. Felsefe, insanın gücü yettiği sürece külli-edebi şeylerin hakikatlarını, mahiyetlerini ve sebeplerini bilmektir.”
·      Farabi (870-950) “Varolmaları bakımından varlıkların bilinmesi…”
·      Muyiddin ibn el-Arabi(1165-1240) “Nesnelerin hakikatlerini oldukları gibi bilmek ve onların varoluşları ile hüviyetleri konusunda hüküm vermek suretiyle, insan ruhunun olgunlaşmasıdır.”
FELSEFENİN MAHİYETİ
Kimileri felsefeye “Anlaşılmaz” derken, kimileri de insanların ihtiyaç ve davranışlarının esaslarını pozitif ilimlerin çözeceğini ileri sürerek felsefeyi lüzumsuz saymışlardır. Ayrıca filozofların karşılıklı mütalaa edip, sonuca varamamaları da buna ilave edilince; felsefe üzerindeki olumsuz düşüncelerin tarihin her döneminde olduğunu kabul etmek gerekir. Bu olumsuzluklara rağmen felsefenin öneminin ve devamlığının sebepleri;
1-  Düşünme yoluyla, varlık ve olayların(alemin) derinliklerine nüfuz etme arzusu
2-  Bilgili ve şuurlu bir hayata ulaşmak düşüncesi
Şu bilinmelidir ki; evrenin mahiyeti ve manası hakkında din, siyasi veya sosyal bir dünya ve hayat görüşüne sahip olmak herkes için mümkün olduğu halde, felsefe yapmak, felsefi problemlerle yakından ilgilenmek herkesin işi değildir. Çünkü; felsefe bir dünya görüşünden ibaret bulunmamaktadır. Felsefe, alem ve olaylar karşısında alınan belli bir tavrın ifadesi olan fikirler arasındaki münasebettir.
Felsefe çok geniş bir sahayı kuşatır. İnsanın tecrübe sahasına giren şeyler içinde, hatta bunun da dışında kalan bütün objeler, düşünceler ve kavramlar felsefeyi ilgilendirir.
Felsefenin basitten karmaşığa doğru mertebelendirilmiş bir öğrenimi bulunmadığından felsefe güç ve karışık bir saha denilebilir. Felsefenin her noktasında, her kavramında daima birçok problem ve girift fikirler vardır. Aslında çok zor görülen bu bilmeceden çıkma anahtarı meraktır.
FELSEFE İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR
Felsefe: Yunanca Phılosophıa kelimesinin Arapça’da aldığı şeklidir. Filo: Sevgi, Sofia da Hikmet anlamındadır. Böylece felsefe, “Hikmet Sevgisi” anlamındadır.
Filozof: “Hikmeti Seven” manasına gelen filozof ilimlerin sahalarını aşan problemler hakkında umumi görüşler ileri süren ve böylece bir sisteme ulaşan kimsedir.
Hakim: Sofia’nın karşılığı olan “hikmet”e sahip olana denir.
Bilme: Bilme ve Bilgi felsefenin Gnosenoloji veya Epistomoloji adı altında ele aldığı bir problemdir. Bilgi problemiyle yalnız felsefe uğraşır. Felsefi araştırmalar bilme ile başlar ve ilerler. Fakat, bilmenin sınırları ne kadar geniş tutulursa tutulsun, bilinen yapısı içinde insanın önündeki bütün problemleri çözmeye yetmeyeceği de bir gerçektir.
Düşünmek: Bilmenin verilerinden başlayıp, onu bilinmesi mümkün olabilen çok geniş bir sahaya yaymak demektir. Bilmenin bittiği noktadan itibaren harekete geçip ilerler. Bu ifadeye göre, düşüncenin sınırları idrakten daha geniştir. Gerçek veya gerçek dışı, sahalara ulaşabilir.
Zeka: Eğer düşünme, yeni bir durumu hemen kavrarsa, onun bu görünüşüne “zeka” denir.
Akıl: Düşünme belli bir problemi tasarlar, onları açık kavramlarla ifade eder ve bu problemler hakkında teemmüle(reflexion) dayalı açıklamalarda bulunursa, buna akıl denir.
Anlama: Düşünmenin idrak sahasına ait olan bir şeyi doğrudan kavramasıdır.
Sezgi: Düşünme, bir şeyi ya da içinde bulunulan bir durumu doğrudan yani, bir takım kavramlara ihtiyaç duymadan his ederse, onun bu şekline “Sezgi” denir.
Hayal: Hiç bir kayıt ve şarta bağlı bulunmadan ortaya çıkan düşünme şeklidir.
İnanma: İnsanın bilme ve düşünme güçlerinin yanında fakat, onların uzanabildiği sahayı da aşan bir başka gücüdür. Düşüncenin tamamen kuşatamadığı konularla temas kurar. Mesela, Mutlak Varlık sahası düşünmeden çok inanmanın kapsamı içindedir. Hrıstiyan ve İslam Dünyasındaki kelam münakaşalarında gördüğümüz şekliyle Yüce Varlık’a imandan başka bir yol ile ulaşılamayacağı fikri ağırlık taşımaktadır.
*** Dinin, sistemli ilimlerden en büyük üstünlüğü; sistemli ilimlerden alamıyacağımız bazı problemlerin cevaplarını iman ile temin etmesidir.
FELSEFENİN PROBLEMLERİ
·      Çeşitli ve birbirleriyle alakasız gibi görünen ilimlerin ortak yönlerinin olup olmadığını araştırmak felsefenin sahasına girer, “Bilgi Meselesi”felsefenin belli başlı problemlerinden birisidir.
·      İlimlerin benzerlik ve farklılıkları göz önüne alınarak, onları bir sınıflamaya tabi tutmak, düşünme kanunlarını, düşünceler arasındaki münasebetlerin dayandığı kanunları ve prensipleri tesbit etmek de bilgi probleminin yanında “Mantık Meselesi” olarak karşımıza çıkar.
·      İlimler değişik varlık sahalarını paylaşıp orada derinleştiği halde, felsefe varlık aleminin tamamı hakkında bir izah vermek, onları bir bütün içinde kavramak üzere ele alır. Bu, evreni tek bir bütün olarak problem edinmektir. “Ontoloji (Varlık Bilimi)” diye ifade edilen bu mesele de felsefenin temel problemlerinden birini teşkil eder.
·      Madde dünyasının yanında bir de canlılar alemi, organik bir alem mevcutdur. Bu iki alemde cereyan eden kanunlar aynı mıdır? Farklı ise mahiyetleri nelerdir? Bu suallerin cevapları da felsefenin “Tabiat Felsefesi” adı altındaki disiplininden beklenir.
·      Tabiat Aleminin zıddı Kültür ve Tarihi-Manevi alemdir. Birçok ilimlerin paylaştığı bu sahayı felsefe bir problem olarak “Tarih Felsefesi” adı altında, onun bütününü, prensiplerini, sebeplerini araştırarak tayin etmeye uğraşır.
·      Sanat eserlerinin insan için taşıdığı değer bunlarla ortaya konmak istenen şey ve bunların ideal değerlerle olan alakası nedir? Bu ve benzeri soruların cevabını da felsefeden “Sanat Felsefesi” (estetik) vermeye çalışır.
·      İnsanın “ne yapmam lazım?” sorusu altında toplanabilecek diğer bir takım soruları da vardır. Bunların cevabı felsefede “Ethik” (Ahlak) Felsefesinden beklenir.
·      Felsefenin en mühim problemlerinden bir başkası da “Felsefi Antrolopoloji” (İnsan Felsefesi)dir. İnsanın toplumsal yönünü Sosyoloji, davranışlarını Psikoloji, biyolojik yapısını Biyoloji, sıhhatini Tıp inceler. Ama hiç biri -felsefe hariç- insanı, onun ne olduğunu, evrendeki yerini, diğer canlılarla olan münasebetini ele almamaktadır.
·      İnsanın ümitleri, beklentileri ve imanlarının neyi ifade ettiği, insan ile Yüce Varlık(Allah C. C.) arasındaki münasebetin mahiyetinin ne olduğu, bu münasebetin tarzları, Allah(c.c.), Evren ne İnsan kavramlarının karşılıklı ilişkileri içinde insanın durumu gibi sorular, dini ilimleri de aşan bir takım problemler sahası teşkil eder. İşte, felsefenin ilkçağlardan beri belki en temelli problemlerinden biri de “Din Felsefesi” dir.
·      Devletin bir kurum olarak sorumluluğu nedir? Hak, adalet ve vazife prensiplerinin kanunlarla ve başka ahlaki normlarla münasebeti nedir? Hürriyet ve sorumluluğun manası nedir? Gibi soruların cevabı sadece “Devlet ve Hukuk Felsefesi” tarafından verilebilir.
Read More...

AHLAK PSİKOLOJİSİ VE SOSYAL YAŞAM

PSİKOLOJİ VE AHLAK 

Birinci kitabın son bölümünde psikoloji ve ahlakın birbiriyle ilgisi anlatılmakta .Konuya girmeden önce "İnsanın gerek kendi içinde gerekse dışında meydana gelip de kendisi tarafından fark edilen değişmeler" diye şuur tarif edilmiş. Ayrıca bizim kafamızdaki şeylerin arasındaki farkına varabildiğimiz unsurlardan ibaret olduğu da şuurun farklı bir versiyonu olduğu eklenmiş. Ahlaki bilgi şuur karşılamakta. Duygu ve bilginin oluşmasında "iç kontrol oluşmakta". Bu iç kontrolü meydana getirenler şöyle açıklanmakta: İç kontrolü meydana gelmesi için belli bir olgunluk seviyesi gerekmektedir. Olgunluk seviyesine gelinceye kadar anne-baba yetiştirici ve öğretmenlerin çocuğa davranışları iç kontrolü meydana getirmekte.

Yani çocukluk çağında görülen terbiyeye bağlıdır.
-Psikolojik Bakımdan Ahlak Dışı Haller ve Ahlaki Şuur:
Ahlak dışı haller denince genellikle belli bir takım ahlak kaidelerinin çiğnenmesi gelmektedir. Ahlak dışında şu kastedilmektedir .Kişi istediği bir hareketten dolayı suçluluk hissi duyuyorsa bu hareket ahlak dışıdır. Ahlaki şuurda kişinin kendinin (benliğinin) farkına varmasıdır.

VİCDANIN YAPICI UNSURLARI
a)Şuurdan Vicdana Geçiş ve Ahlaki İlerleme:
Ahlak şuuru insanın iyiyle kötüyü birbirinden ayıt edecek ölçülere sahip olması demektir. Bu ahlaki bilgiye duyguyu da ekleyince vicdan mekanizması oluşur. İnsanı ahlaklı davranmaya iten işte bu duygudur.
b)Doğruluk ve Ahlak:
Doğruluk ve dürüstlük ahlaklı olmanın sonucudur. Ahlaklılıktan kuvvetli vicdan sahibi olmak kastedilmektedir.

İNSANIN YAŞAYIŞI VE AHLAK
Birinci bölümde ahlakın psikolojik yönü, teorik yönü ele alınmıştı. İkinci bölümde ahlakın pratik yönü kişinin davranışlarına olan etkisi anlatılmakta.

A)KİŞİYE SAYGI:
Ahlaklı davranışın gayesi insanların bir arada ahenk içinde yaşamasıdır. Bunun içinde kişilerin kişiliğine saygı duyulmalıdır. Burada başkalarına karşı değil kişinin kendi vücuduna da saygı duyması gerekir. Kişinin kişiliğine saygıdan başka kişinin yaşamına, vücut bütünlüğüne de saygı duyulmalıdır .Ahlaki olan ruh ve bedenin ikisine de saygı duyulmasıdır. Bu saygı başkaları tarafından olması gerektiği gibi kişinin kendi kendisine de saygı duyması gerekir. Bu da sağlığa zararlı davranışlardan ve alışkanlıklardan uzak durmakla sigara, içki, ilaç gibi zararlı maddelerin kullanılmaması şeklinde tecelli eder

SOSYAL AHLAK
Ahlak kişinin diye tarif edilmiştir. İnsanlar bir arada yaşadıklarından birbirlerine karşı davranışları bulunmaktadır. Bu davranışlar sonucu iyi veya kötü neticeler zuhur etmektedir. Bunun için ahlakın sosyal yönü vardır.
İnsanın Ahlakını Etkileyen veya Davranışlarına Yön veren Şeyler:

Örf ve Adetler:
Her toplumun nesilden nesile aktarılan standart davranış tarzlarına örf ve adetler denir. Fakat örf ve adet aynı derecede etki payına sahip değildir. Örfe mugayir davranınca resmi sert tepki alınır, adete ters davranılınca alay edilme, hor görülme şeklinde tepki alınır.
Örf ve adetlerin kökü derinlere, çok uzak geçmişe dayanır. Örf ve adetler toplum düzeninin ayakta durmasını, toplum hayatının hercümerç olmasını önleyen kalıplardır. Fakat bu örf ve adetlerde de değişmeler gözükmektedir. Aynı zamanda örf ve adetler toplumdan topluma, zamandan zamana izafidir. Hepsinde farklılık arzederler. İdeal olanı ise örf ve adetlerin meydana getirdiği kişinin davranışlarını veya ahlakının değişmez olmasıdır. Fakat böyle birşey olması çok zor hatta imkansız gözükmektedir. Örf ve adetler toplumlarda görülen tavırlar, tarzlar ise bu şunu netice vermekte; burada bir sosyal hayat vardır. Bu sosyal hayatın da ilkeleri ve problemleri vardır. Bakın yazar ilk şunu diyor: sosyal hayatın ilkeleri ve problemleri şimdi açıklayamayacağımız kadar karmaşıktır ve o ölçüde münakaşa konusudur. Fakat ahlakla ilgili noktalarına genel çizgiler içinde özetleyebiliriz. Sosyal hayat denince akla insan toplulukları gelir. Toplum bize nasıl davranacağımızı öğretir, problemler ise sosyal hayatın zaruretleri ile ferdi hürriyet arasında iyi bir dengenin kurulmasıdır. Cemiyet ahlak problemini çözmek için insan grupları arasında eşitlik sağlamaya, bir taraftan da bütün fertlerini belli bir ahlak disiplini içinde yetiştirmeye çalışır.

Toplum fertlerinin hepsini ortak bir ahlak disiplin içinde yetiştirir. Bunun sonucunda fertlerde şu konularda ortak değer yargıları oluşur: Medeniyete doğru çaba gösterilmeli. Medeniyetten de bir halkın örf ve adetinin yumuşaması, şehirlileşmesi, nezaket ve umumi ahlak ve adabın gözetilmesine ve kanunlaşmasına imkan verecek bir bilgi yayılması demektir. Bir cemiyet faziletli bir hayat oluşturmazsa medeni olamaz.
Medeniyetin sonucunda ideal bir adalete ulaşmaktır. Kişinin ödevlerinden biri de adaleti gözetmektir. Bu adalet kavramıda değişmez değildir. Kavramdan maksat anlanmıştır. Mesela adalet denince kanunların eşit uygulanması gerekir. Adaletin üzerinde en fazla titizlikle durulan tarafı titizliktir. Önceden böyle bir adalet anlayışı varken daha sonra sosyal adalet fikri gelişmiştir. ideal adalet fikrinin yorumlanması başlığı altında yazar tabii hukuktan bahs etmektedir. Tabi hukuk herkes için geçerli olan hukuk demektir. Yargılama başlığı altında ise adaletle yargılamanın farkından bahs etmekte ve adaletin bir kimseye yaptığının karşılığının verilmesi yargılamanın ise bir kimseye karşılık vermemek hangi ceza verilmemesi şeklinde tarif etmiştir. Adaleti herkesin gerçekleştireceğini fakat yargılamanın ise Allah tarafından Allah'ın dostları tarafından gerçekleştirilebileceğini ifade etmiştir.

Din ve Ahlak
Din kaynağını Allah'tan alan bir ahlak sistemidir. Ahlaki davranışın en önemli özelliklerinden biri olan adalet fikri din tarafından ikame edilmiştir.

Adalet İlkelerinin Uygulamaları
Pozitif hukuk denen elan yürürlükteki hukuk ideal adaletin uygulamış tarzıdır. Pozitif hukukun kaynağı olarak örf ve adetlerin belirlediği hak ve haksızlıktır. Yani birinci kaynak örf ve adetlerdir. Hukukun ikinci kaynağı sosyal hayattır. Kamu vicdanın devlet gücü ile kuvvet kazanması ve ahlakı koruyan tedbirler alması hukuku oluşturur. Hukuk kaynağından maksat hukuk kaidelerini koyan makam veya bu kaidelerin dayandığı temel demektir.

Sorumluluğun Temelleri Ve Dereceleri
Sorumluluk derken iki kavramla karşılaşıyoruz, Beklenen davranış ve birşeyi ve bir şeyi yapmaya ve yapmamada tercih. Toplumun insandan hangi davranışlar bekleyeceğini
a-)Şahsın özellikleri.
b-)Şahsın içinde bulunduğu durum.
Sorumluluğun derecelerine gelince bu konuda sorumlulukla ilgili ahlak veya hukukun kaidesinin kaynağına bakmamız gerekiyor. Kaidenin kaynağı hangi makam ve otorite ise biz birinci derecede otoriteye karşı sorumluyuz. Her davranış meydana getirdiği zarar derecesine göre bir sorumluluk doğurur. sorumluluğun sosyal kaynağına gelince, sorumluluk sosyal bir kavramdır, kaynağını cemiyetten alır.

Yaptırıcı Kuvvetler
İnsanı belli bir şekilde davranmaya zorlayan kuvvet (müeyyide) demektir.
Yaptırıcı kuvvet: Devlet kendi emir ve yasaklarına uymayan kimselere ceza verir. Para cezası, hapis, sürgün, vicdan cezası gibi.
Hukukun Garantileri başlığı altında yazar şunları anlatıyor;
Bir ülkenin hukuk sistemi o ülkenin ahlak sisteminin başlıca garantisidir. Hukuk kaideleri bir bakıma devlet gücüyle korunan ahlak kaidelerinden ibarettir. Devlet hukukun sahibidir. Devlet hukukun sahibi olmakla cemiyetin bütün varlığına da garanti altına almış olur. Hukukun garantörü olan bu devleti vatan ve millet meydana getirir.
Hukukun sahibi hamisi olan devletin görevlerinden birisi sosyal adaleti sağlamaktır. Sosyal adaletten maksat herkesi aynı gelir seviyesine çıkarmak herkesi eşitlemek değildir. O zaman toplumda birlik olmazdı. Sosyal adaletten maksat herkese eşit fırsat hakkı tanımaktır.
Sosyal adaletten insanların haklarından bahsedince demokrasi ve ahlak kavramı gündeme gelmektedir. Demokrasi halkın, halk tarafından halk için idaresidir. Demokrasinin en göze batan tarafı seçme hürriyetidir. Yani bütün insanlara eşit seviyede muamele edilir herkesin seçme hakkı vardır. Vatandaşın ahlaki sorumluluğuda demokratik rejimlerde seçme hakkını kullanmasıdır.
Yazar burada farklı bir konuya geçiyor. Savaş ve Ahlak kavramlarını karşılaştırıyor. Savaşın normalde ahlaki bir hareket olmadığını anlatıyor. Fakat ortada bir tarafın tecavüze uğraması varsa bu sefer savaş ahlakın korunması için zorunluluk haline geliyor. Savaşın ahlaka ters olmasının sebebi insanların tıpkı hayvanlar gibi sadece karın doyurma ve hayatta kalma endişesine düşmeleridir
Rüşvetin vurgunculuğun yalancılığın savaş zamanında artması artı bir sebeptir. Savaş ahlakında hile vardır. Fakat ikiyüzlülük yoktur diyor yazar eğer savaşa girilmişse Yazar son olarak makinalaşmanın yani otomasyonun ahlakla olan ilişkisine değiniyor. Makinayla birlikte gelen yeni değerlerin ve yeni hayat tarzının eski ahlaki değerleri sarstığını iddia ediyor. Makinalaşmanın artması yani makina üreten makinaların yapılması sonucu işçi olarak insana ihtiyaç bırakmayacağı bunun için toplumda işsizliğin artacağından bahsediyor. Makinalaşmayla beraber teknisyen yetiştirileceği vasıfsız işçilerin hiçbir işe yaramayacağı kanaatine varıyor. Ayrıca otomasyonun insanın yaptığından daha hızlı ve daha çok üretim gerçekleştirmesi neticesinde insanların boş zamanları çoğalıyor. İnsanların boş kalması onların bu boşluklarını kötü alışkanlıklar edinerek gidermeleri ahlaki bir bunalım getirdiği kanaatindedir yazar. Teknolojinin (otomasyonun) geliştiği şu dönemde tıp ve mühendislikler revaçta bulunmaktadır. Fakat meslek seçiminde ferdi beceriler ve istekler göz önünde tutulmalı ahlaki gaye olarak insanlara faydalı olabileceği mesleği seçmek en ahlaki olanıdır.

İkinci kitabın ikinci bölümünde yazar ailenin ahlak üzerindeki etkilerine değinmiş. Ailenin bilhassa karakter terbiyesi bakımından bütün diğer eğitim kaynaklarından daha önemli olduğunu belirtmiştir. Yazar cemiyet dediğimiz topluluğun aile tarafından yetiştirilen insanlardan meydana geldiğini söylemekte, ve ahlaki davranışın bilhassa duygu yönünün ailede oluştuğunu düşünmektedir. Yazara göre aile cemiyetin en önemli bir birimidir ve böyle olmaya devam edecektir.
Read More...

Sofuoğlu sezonu zaferle kapatmak istiyor!

Kenan Sofuoğlu.. 2007'de sessiz sedasız dünya şampiyonu oldu. 2008'de bir üst kategoriyde mücadele etti, ancak ağabeyini kaybetmesi ve motorunda sürekli yeni birseyler denenmesi, bunlarin da üstene, bir çok kurt yarışçı - Troy bayliss, bu işin Schumacheriydi, Carlos Checa, Troy Corser gibi gibi, içinde mücadele için yeterli deneyime sahip olmaması onun hakkında söylenebileceklerin kısa bir özeti olur.
http://ortasehpa.com/site/wp-content/uploads/2009/01/kenan_sofuoglu.jpg
Bu yazı da onun hayat hikayesini anlatmayacağım elbette. Sezonun son yarışı Portekizde, Portimao'da gerçekleştirilecek 18 saat sonra (yaz-kış saati muhabbetidir aldı başını gitti, +/- bir saat hata payı ile diye düzeltelim o zaman). Geçen sene Kenan SuperSport'a (600cc) dönüşünü açıkladığında yarışını 1000cc'lik Superbike'ı ile değil 2007de şampiyon olduğu motorla yapmış, sezonun son yarışında bir senedir kullanmadığı motoruyla çok rahat bir galibiyet almıştı. Bu sene Yamaha Honda'dan daha iyi bir motor geliştirerek şampiyonluğu alacak veya almış da olabilirler. Sadece Kenan(ın ilk 3 te bitirdiği yarışları izlediğimden genel klasmanı bilmiyorum. Her neyse, Kenan çok büyük bir ihtimalle yarin 25 Ekim Pazar 2009 tarhinde bir yarış daha kazanacak gibi duruyor.

Çünkü, sezonun son yarışı ve Kenan'ın sezon sonunda 3'üncü olabilmesi için en azından arkasındaki Lascorzu geçmeli.
İkincisi: Her sürücünün sevdiği belli pistler vardır, Kenan'ın sevdiği bir pist Portimao pisti de.
Serbest antrenmanlarda da en hızlı süreye sahipti. bunlara ek olarak, Kenan'ın adının daha bilinmediği ülkemize nazaran, dünyada en çok bilinen başarılı kalkış kabiliyetiyle başlarda kazanacağı avantaji yarışın sonuna kadar götürebilir.

Son yarış öncesi son durum:
Kenan'a başarılar dileyerek bu yazının da nihayetine eriyoruz sevgili okurlarımız. Umarim Kenan'ın yeni başarılarını konuşuruz burdan.. Demedi demeyin.
Read More...

DİYELEKTİK DÜSÜNCE TARİHİ

YUNAN DÜŞÜNCESİNDE DİYALEKTİK
Yunan felsefesinde daha başlangıcından beri çocukça ve basit biçimde de olsa diyalektikten,
oluş ve değişme kavramlarını dile getirerek bahsedildiğini duyarız.

HERAKLEİTOS
Milattan önce 535-475 yaşadığı sanılan Heraklietos Efesli bir aristokratın oğludur. Kendisi
bir ayaklanmaya katılmış ve başarısızlığı üzerine Artemis tapınağına kapanarak Dünya ile
ilgisini kesmiştir. Heraklietos insanı bir nesne olarak ilk defa ele almıştır. Ve ben kendimi
alıyorum demiştir. Heraklietos’a göre evrendeki herşey değişikliğe uğrar. Bozulmayan hiçbir
şey yoktur. Aynı ırmağa iki kez giremezsin. Çünkü her seferinde geçen başka bir sudur.
İnsan ruhu da son derece incelmiş ve arınmış bir ateş unsurudur. Kuru akıl daha bilge daha
akıllıdır. Rutubet ruhun ateşini kararttığı zaman akıl gücünü kaybeder. Sarhoşluk bu durumun
en iyi örneğidir.

ZENON
Aristotelese göre diyalektiğin babası Heraklitos değil Elealı Zenondur. Zenonun diyalektiği
özdeşlik ve negatiflik ilkesi üzerine dayanır. Zenon sadece varlığın varolduğunu ve varolmayanın
varolmadığını ileri sürer. Zenona göre evrende gördüğümüz çokluk ve çeşitlilik aslında özle
ilintisi olmayan temelsiz görünüşlerdir. Zenon hareketin imkansızlığını göstermek için çeşitli
örnekler vermiştir. Atılan bir ok hedefine varabilmek için ardaki bütün noktalarda ayrı ayrı
bulunmak zorundadır. Bulunmak durmak demek olduğuna göre ok bütün uçuş süresince duruyor demektir.

SOFİSTLER
Sofistler genel problemlerden uzaklaşıp düşüncesi iradesi ve duygusal hayatı ile insanın kendisini
incelemeye çalışmışlardır.

SOCRATES
Socrates geleneklere saygı duymamakta ve devrimci bir çizgi çizmektedir. Sokratesin bütün ustalığı
sanki bilmiyormuş gibi yaparak kendi düşündüğünü saklamasında ve başkalarından bir şeyler öğrenmek
istiyormuş gibi yapmasında yatmaktadır. Sokrates yönteminin amacı problemi çözmek değil gerektiği
gibi ortaya koymaktır. Kabul ettirmek değil problemi aydınlatmaktır.

PLATON
Milattan önce 427-327 yıllarında yaşamıştır. Bilimsel yöntemini insana bağlı olmaktan kurtarmak
istiyordu. Araştırmanın her türlüsünün beyhude olduğunu dile getirmiştir. Bunuda şu şekilde izah
etmiştir. Aradığım her hangi bir şeyi ya önceden biliyorumdur ,(bu durumda araştırmama gerek kalmaz
ya da araştırdığım şey hakkında hiç bir şey bilmiyorumdur. Bu durumda da herhangi bir şey öğrenmeme
imkan yoktur. Çünkü araştırmayı nasıl yapmam gerektiğini bilemem. Demek ki bilimin değeri olmadığı
gibi başarıya ulaşma şansıda yoktur.

ARİSTOTELES
M-Ö (384-322) Aristoteles bir gençlik yapıtı olan Topiklerde diyalektikten etraflıca söz eder. Bu
kitabın amacı muhtemel öncüllerden kalkarak ileri sürülen her problem üzerine kanıtlama yapmamız ve
bir kanıt ileri sürdüğümüz zaman bu kanıta karşı her hangi bir şey söylemekten kaçınmamızı sağlayan
bir yöntem bulmaktır.
Read More...

NEREDEN ÇIKTI BU BOLŞEVİK DEVRİMİ

Herkes Şaşırmıştı.       1917-22 , RUSYA

Rusya'daki Bolşevik devrimi herkesi şaşırtmıştı. Fransa, İngiltere ve ABD, Lenin ve Bolşeviklerin Rus hükümetinin başına dert olacağını tahmin ediyorlardı. Mart ayında Çarı tahttan indiren Kerensky hükümetini devamlı uyarıyorlar, Lenin'in bulunup öldürülmesinin en iyisi olacağını tekrarlıyorlardı. Ama asla Lenin'in
devrim yapıp Petrograd ve Moskova'yı ele geçireceğini düşünmüyorlardı. Müttefiklere gelince, bu tam bir felaketti. Rusya, dört yıl boyunca milyonlarca Alman, Avusturyalı ve Türk askeri yutan bir cephe oldu. Çarı desteklemek için Murmansk üzerinden, Pasifik yoluyla Sibirya'nın doğu kıyılarına gemiler ulaştı. Çar düştükten sonra Kerensky'ye savaşta kalması için daha fazla destek vaat edildi ve 1917 yazında üç büyük Müttefik devlet silah ve cephaneyle beraber asker de gönderdi. Lenin başa geçtiğinde tüm Müttefik güçlerin derhal Rus
topraklarından çıkmalarını istedi. Böylece yeni bir savaş başladı. Batı ve Sovyetler Birliği arasındaki ilişkinin 1917-22 yılları arsında nasıl olduğu pek az bilinir. Aslında bu, Müttefiklerin kaybettiği bir savaştır.

İngiltere ve Fransa batıda çok daha büyük bir savaşın içindeyken Rusya'yla bir savaşa girişmeleri çelişkili bir durumdur. En basit açıklama ise, Rusya'ya zaten yüzlerce milyon dolarlık askeri malzeme ve asker gönderilmişken bunlarındeğerlendirilmek istenmesi olabilir. Aslında hazır Rusya savaştan çekilmişken o
malzeme Batı cephesine gönderilmeliydi. Bazı Çar yanlıları, Kerensky yanlıları, savaş uzmanları ve milliyetçi gruplar Lenin'e karşı çıktılar, hepsi de tasfiye edildiler. Churchill'e göre, eğer önlem alınmazsa Bolşevikler tüm dünyaya yayılabilirdi. Böylece Batılı Müttefikler harekete geçti. Harekete geçmek iyi bir fikir gibi görünüyordu ama plansız bir şekilde ve sorumluluk alma konusunda pek heves duyulmadan işe girişilmişti. Ancak Lenin'in işini bitirme girişimi başarısız oldu. On binlerce İngiliz, Fransız ve Amerikan askeri Ortadoğu ve Pasifik yoluyla
Murmansk'a geldi. Ancak hiçbirinin malzemeye göz kulak olmak dışında belli bir görevi yoktu. Bu arada Kızıl Ordu'nun başındaki Troçki cepheden cepheye koşuyor, başarılı savaşlar çıkarıyordu. Bir yandan Moskova'yı almaya çalışırken bir yandan da Urallar'da operasyonlar yapıyordu. Ukrayna'daki Alman güçlerine ve Batı İttifakına karşı isyanlar örgütlüyordu.

1918 Kasımında ateşkes imzalanmasından sonra Rusya'da asker tutmak anlamsız bir hale gelmişti. Almanya kaybetmiş ve antlaşmaya göre askerlerini sınırlarının gerisine çekmek zorunda kalmıştı. Bu, Ukrayna'dan da çekilmesi anlamına geliyordu. Churchill o sırada artık İngiltere yönetiminde değildi ve batıda savaşın sona ermesi üzerine Baltık Denizi ve Karadeniz üzerinden Rusya'ya asker gönderilmesi konuşuluyordu.
Belli bir plan olmaksızın Rusya'yı Kızıl ve Beyaz hükümet olarak bölmeye çalışmak pek işe yaramadı. Dahası Lenin'e kuşaklar boyu etkisini gösterecek Batı karşıtı bir propaganda yapmak için malzeme verdi.
Read More...

PROGRAMCININ KISIR DÖNGÜSÜ

Programcıların çalışırken harcadığı zamanın büyük bir bölümünün, hata ayıklamak ile geçtiğini söylemek sanırım çokta yanlış olmaz. Hatta bazen öyle durumlar ile karşılaşırız ki, kendi kendimize söylediğimiz ilk cümle şu olur genelde; “herşey doğru görünüyor ama çalışmıyor !”

Bu cümleyi kurduktan hemen sonra detaylı bir debug yaparsınız ve sürekli hata nerede acaba diye aynı yeri en az 5-6 kere test edersiniz. İşin kötü yanı ortaya çıkan bir hata yoksa, diğer bir deyişle ististani bir durum oluşmuyorsa genelde 2 ihtimal vardır. Birincisi yazdığınız kodda iş akışı hatalıdır. İkincisi uygulama alanı dışında bir eksiklik vardır. Yani mesela kodlar veritabanına bağlanıp bir tablodan select yapıp kayıt getiriyordur. Fakat ekrana kayıtlar gelmiyordur. En basit sorun tablo boştur veya sizin select sorgunuzdaki kısıtlara uygun kayıt tabloda yoktur. Bu durumda sizin uygulamanızdan, yazdığınız kodlardan tamamen bağımsızdır…

Konuyu çokta fazla uzatmayacağım. Kısaca demek istediğim şudur ki; bu gibi durumlarda genelde kendimizi ekrana yapıştırarak aynı kodu defalarca çalışırtırıp, neresi hatalı veya nesi eksik bulmak için saatlerce uğraşırız. Aradan saatler geçtikten sonra kodun hala çalışmadığını ve oluşan zaman kaybını ancak birşey dikkatimizi dağıttıktan sonra farkederiz. Böyle sorunlar ile karşılaştığımız zaman bir olaya odaklanmak yerine, tam tersine olabildiğince geniş düşünüp genel bir eksiklik aramaya çalışmalıyız. Hata aradığımız kapsamı mümkün olduğu kadar geniş tutmalıyız. Buda sakin bir kafa ister.O yüzden böyle durumlarla karşılaşınca, hemen bilgisayarın başından kalkın ve 10-15 dk tamamen başka konular üzerine birisiyle sohbet edin veya hava almaya çıkın. Sonra işinizin başına dönün ve iş akışıyla bağıntılı olarak, olabildiğince geniş düşünmeye başlayın. Olası bir çok durumu değerlendirip ne eksik onu bulmaya çalışın. Yine mi olmadı ? Sorun değil, gidin bir 10-15 dk daha kafa dağıtın, sonra yine düşünün…

Genelde eksik olan şeyi bulduktan sonra, “bu mudur yani” diyebileceğiniz kadar basit bir şey olduğunu farkedeceksiniz. Sorun da zaten , tek bir noktaya odaklandığımız için, bu kadar basit bir şeyi bile görememektir. Çözüm sadece, sakin ve geniş düşünmeyi gerektirir…
Read More...

SÜLAYMANİYE CAMİİ'NİN HARCI

İstanbul'un Haliç yamaçlarının üzerinde ve üçüncü tepesinde yer alan muhteşem bir külliyedir Süleymaniye Camii. Boğaziçi girişinden bakıldığında, caminin sadece eşsiz silueti bile insanı büyülemeye yeter. Süleymaniye'nin yapım aşaması bütünüyle görkemli bir efsanedir. Bunlardan en ilginç olanını aktarıyoruz. Mimar Sinan, Süleymaniye Külliyesi'nin temelini attıktan sonra, bu temelin oturması ve sağlamlaşması için inşaatı durdurmuş ve bir yıl kadarbeklemiş. İnşaatın ekonomik nedenlerden dolayı durduğu yolunda duyum alan ve Osmanlı ile her alanda yarış içinde olan Safevi şahı Tahmasb, fırsat bu fırsat diyerek Kanuni Sultan
Süleyman'ı utandırmak istemiş ve padişaha inşaat tamamlansın diye bir sandık dolusu mücevher göndermiş. Ancak rivayet olunur ki, buna çok sinirlenen Sultan, mimarbaşı Sinan'a gereğinin yapılmasını buyurmuş ve büyük usta da bu eşsiz hazineyi, Safevi elçisinin gözü önünde, bir dibekte dövdürüp toz haline getirterek Süleymaniye'nin inşaat harcına katıvermiş... Sabahın ilk ışıklarıyla güneşin gökyüzünde parıldadığı bir gün Süleymaniye'ye dikkatli bakın, parıldadığını göreceksiniz!

Bunu biliyor muydunuz?

Süleymaniye Külliyesi'nin muhasebe defteri Topkapı Sarayında korunuyor. 164 bölüm bünyesinde, 3.000'e yakın sayfadan oluşan bir muhasebe kaydı. Büyük bir iş gücüyle, dönemin tüm ekonomik ve teknik olanakları kullanılarak inşa edilen bu muhteşem külliyenin, yalnızca yedi yıl gibi kısa bir sürede bitirildiği biliniyor. Caminin ikisi avlunun ön köşesinde ve ikişer şerefeli, diğer ikisi de ana makamın köşelerinde üçer şerefeli olmak üzere dört minaresi var. Şerefelerin toplamda 10 adet yapılmasıyla, Kanuninin 10. sultan olarak Osmanlı tahtında
oturduğunun; dört minarenin ise, İstanbul'un başkent olduktan sonraki dördüncü padişah olduğunun simgesi olduğu rivayet olunur.
Read More...
 
Copyright (c) 2012 Hüseyin KÜÇÜK
Php Yazılım Uzmanı, Öğretim Teknoloğu, Toplum Gönüllüsü