Kod Dostu

Kod Dostu

Madımak'tan Amsterdam'a Düşülen Not!

Anne Frank, saat 6 da uyanır, 13 yaşına girdiği 1942 yılının 12 Haziran günü. Anne ve babasının kızaacğından korktuğu için bir saat yatağın içinde oyalanır. Sonra da yemek odasında kendisini bekleyen armağan paketlerini açmaya koyulur. Gözüne ilk çarpan bir hatıra defteri olur. Sanki bir insanmış gibi sayfalarında "Kitty" diye sesleneceği, yaşantısının geride kalan iki yılını günü gününe yazacağı, pembe kaplı, sırdaş bir hatıra defteri. Hasan Hüseyin'in "Büyük Sürü" şiirinde bu defterle karşılaşırız:

Sen her gün Hitler'sin
Ben her gün Yahudi
Oturur ağlarsın utancından
Anne Frank'ın hatıra defterine

   Amsterdam'da yaşayan Frank ailesi, gamalı haçların bu şehrin sokaklarına da asılmaya başlamasıyla ölüm korkusunu enselerinde duyar. Yahudi oldukları için her an toplama kampına götürülme olasılıkları vardır. Otto Frank'ın aklına bir kurnazlık gelir. Kendisi için toplama kamplarına götürülme çağrısı gelince planını uygulamaya koyar. Plan şudur: Kaçar gibi yapacaklar, arkalarında öyle bir hava estirecekler, fakat kentten ayrılmayıp bir evin çatısında gizleneceklerdir.

   Anne Frank, gizlendikleri evde ilk olarak 9 ağustos günü seslenir Kitty'ye. Prinsengracht 263 adresinde bulunan ev gizlenmek için ideal bir yerdir. Otto Frank'ın eşi ve iki kızıyla birlikte sokağa hiç çıkmadan, gündüz yüksek sesle konuşmadan, gürültü yapmadan, perdeleri kımıldatmadan barış dolu günleri beklemeye koyulduğu yer, iş yerinin üst katlarıdır. Peter adlı bir oğulları bulunan Van Daan ailesinin de gelmesiyle gizlenenlerin sayısı yediye yükselir. Kısa bir süre sonra da yaşlı bir diş doktoru katılır aralarına. Sekiz insan yakalanıp öldürülme pahasına dostlarının getirdikleri yiyeceklerle doyururlar karınlarını. Bundan sonrası umut ve korkunun sarmaşık gibi birbirine dolandığı günlerdir. Anne Frank'ın ablası Margot'un, babasına doğum günü armağanı olarak yazdığı şiir, gizli bölmenin nabzını tutar:

Gece yarısı duyuldu ilk top sesi.
Ne oldu, ne var? Kapımı gıcırdıyor ne?
Bir kızcağız görünür, sapsarı beti benzi,
Bir yastık bastırmış sıskacık göğsüne.

   25 Eylül 1942'de, Anne Frank şunları yazar Kitty'ye: "Dün gece yukarı yukarı çıkıp Van Daan'ları ziyaret ettim. Peter'den söz ettik. Peter'in ikide bir yanağımı okşadığını anlattım şikayet yollu. Sevmiyorum oğlan çocuklarının böyle üstüme varmasına."

   Yanağının, kendisinden yaşça büyük Peter tarafından okşanılması hoşuna gitmeyen Anne Frank, 1944 yılının 16 Nisan günü "Dünkü tarihi aklından çıkarma" diye seslendiği Kitty'ye en önemli sırlarından birini verir: "Kızların hayatlarında illk öpüştükleri günü dönüm noktasıdır. Benim başıma geldi de bu. Artık Bram'ın sol yanağıma, Walker'ın sağ yanağıma oturttuğu öpücüklerin pabucu dama atıldı."

   15 Nisan 1944'te faşistlerin çok korktuğu bir şey olur. Amsterdam'daki ahşap bir evin çatı katında bir aşk doğar. Peter ile anne Frank arasında: "Dün akşam saat sekizde Peter ile divan üzerinde oturuyorduk, çok geçmeden elini belime attı. Baya bir yakınlaştık ve iş bununla bitmedi."

   4 Ağustos 1944'te, Gestapo'nun çizmeleri gıcırdatır tahtaları. Anne Frank'ın, Goethe'nin "Gökler katında ya da umutsuzluğun derinliklerinde" dizesiyle tanımladığı evde gizlenen sekiz insan, çok korktukları toplama kamplarına gönderilirler. Nasıl yakalandıklarını, kendilerini kimin ihbar ettiğini öğrenemezler. Bu soruların yanıtı günümüzde de verilememektedir.

   Savaş sonrasında geriye ilk dönen Otto Frank olur. Bombalardan harabeye dönen bir kentte ailesinden, arkadaşlarından bir haber alabilmek için uğraşırken, gizlendikleri günlerde yardım eden Bayan Miep, götürülmelerinin ardından yerde bulduğu bir defter uzatır kendisine. Otto Frank, küçük kızının elyazısıyla dolu olan sayfalrı okurken, bekleyişinin bir kez daha boşuna olduğunu öğrenir. Bir evin çatısında saklanan sekiz kişiden yedisi toplama kamplarında öldürülürler!.. Kurtulan bir tek Otto Frank'tır... Bir de, Kitty!

   Amsterdam'daki hatıra defterinin bir diğeri de, Thuys ailesinin evindeki bir çekmecede durmaktadır. Bu defter, antropoloji öğrenimi gören Carina Thuys'un el yazısını taşır. Deftere en son 2 Temmuz 1993 tarihinde, Sivas'ta yazılır. Yer, Madımak Oteli'nin merdivenleridir: "Şimdi durum kritik. Bir süreden beeri oteldeyiz. Dışarıda büyük bir güruh bağırıyor. Bu otelde özgür düşünür, laik yazar Aziz Nesin kalıyor. O, Şeytan Ayetleri'ni yayımlamayı düşünüyor. Durum hiç de hoş değil. Kendimi gergin hissediyorum. Çünkü ne olacağını hiç bilmiyorum. Bu durum aşırı dincilerin bir oyunudur. Slogan atıyor ve tahribat yapıyorlar. Oldukça polis var. Ama ben ne yapabilirim ki? Bağırılıyor, çağırılıyor ama ben anlayamıyorum..."

   Sivas'ta yakılan 37 insandan biri olan Carina Thuys, tezine konu olarak seçtiği Alevi kültürüni daha yakından tanımak, çalışmalar yapmak üzere Pir Sultan Abdal şenliklerine katılır. Ailesine gönderilen eşyalar arasından çıkan günlüğe, 22 Haziran 1993'te, Amsterdam Havaalanı'nda şunları yazar genç kız: "Türkiye'ye giden uçakta adım yoktu. Bir kaç dakika korktum: Gidemeyecek miydim?.."

Kaynak:  Sunay AKIN, Ayçöreği ve Denizyıldızı
Read More...

İlk Ev Arkadaşım, Hoşlandığım Kadın ve Dostum Sandığım Adam

Hayat bir şakadan ibaret geliyor artık bana. Bazen kötü bazen güzel şakalara maruz kalıyoruz. İnsanın yaşanmışlıkları attıkça güzeli de kötüsü de karşısına fazlasıyla çıkmaya başlıyor. Yaşadığım ve başardığım onca güzel şeye rağmen şu son 7 ay içerisinde 3 kişinin bana yaşattıkları yüzünden psikolojim alt üst oldu. İnsan içine çıkma isteğim kalmadı, girdiğim ortamlardan zevk alamadım, kendimi işime vererek oyalanmaya çalıştım. Şuan bu yazıyı yazabiliyor olmam iyileştiğimin bir göstergesidir.

Mevlana bir sözünde şöyle seslenir bizlere: "Denizin dibinde incilerle taşlar karışık olarak bulunurlar, övülecek şeyler de kusur ve yanlışların arasında bulunurlar.". Benim de yaptığım onca güzel şey yalnız kalamazlardı ve kalamadılar da.

     İlk kötü şakayı, ilk ev arkadaşım yaptı. Bu adam üniversiteye ilk geldiğim de tanıştığım, bölümüme geçtikten sonra arkadaşlığımızı devam ettirdiğimiz birisiydi. İyi denebilecek seviyede şiir yazan ve boş konuşmak üzerine ileri düzey bir yeteneği olan bu arkadaş; onca sınıf arkadaşı olmasına, katılıyorum dediği onca topluluk olmasına rağmen benimle arkadaşlık etmek istiyordu. Bunun sebebi iyi bir dost olmam da olabilir fakat asıl sebep insanlar arasında kendisine yer edinememesiydi. Kim ne yapsın böyle adamı? Boş boş konuşup insanları rahatsız eden, her kadına sırnaşmaya çalışan, haksız olduğu zamanlarda karşısındakine haklısın diyemeyecek kadar aciz bir insan. İşte ben böyle bir adamla aynı evde yaşama kararı aldım. Bunun sebebi başka arkadaşım olmaması değildi. Benim ben geliyorum dediğimde evini açacak hatta evini değiştirecek bir sürü arkadaşım var. Fakat insanlar içinde yer edinemeyen, toplumsal alanda tutunmayı bilemeyen bu arkadaşıma iki yıl uğraştığım gibi daha yakından uğraşarak bir şeyler katabilirim diye düşündüm. Düşünmez olsaydım keşke.

     Bir dönem (üniversite eğitim dönemi) boyunca aynı evde kaldık. Elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım. Tabi o da bana yardımcı olmaya çalıştı. Ev işlerinden anlamam ve bana çok yardımı oldu. Onu bir çok ortama soktum, arkadaşımla tanıştırdım. Yanlışlarını göstermeye çalıştım. Fakat hiç bir düzelme göstermeyen bu adamın beni tanımadığına kesin kanaat getirdiğim bir zamanda yanından ayrılmaya karar verdim. Bunu kendisine 1.5 ay önceden söyledim ve ilk olarak onunda tanıdığı yeni ev arkadaşım ile beraber yani üçümüz çıkalım istedim fakat o istemedi. Neyse. Ben dönem arasında yeni evime çıktım. İşte olaylar o zaman başladı. Benim para konuşmayı hiç sevmediğimi tüm dostlarım iyi bilir. Cebime giren çıkan paranın hesabını bilmem ben. Para muhabbeti yapmaktan da nefret ederim. Fakat beni en iyi tanıması gereken kişilerden biri olan bu fizikçi arkadaş bunu bilmiyormuş.

     Bir gün telefonuma bir mesaj geldi. Mesaj da benden bu arkadaş evin kirasını istiyordu. Pardon! Ben kiramı ödeyip çıkmıştım evden ve benden para istiyordu. Güzelce açıkladım ve bu kez de fatura parası istedi. Evet son ayın faturalarını ödememiştik ve onları verecektim zaten. Fakat benden 150 tl isteyen arkadaşımın açıklaması beni şaşırttı. Ona göre biz geçen ayı ödememişiz. Yani 2 aylık faturaymış bunlar. İyi de ben geçen ayın parasını eline verdiğimi dün gibi hatırlıyorum? aa orada başladı tartışma işte. Benim TOG ile tanıştırıp içerisine girmesine vesile olduğum, arkadaşlarım ile tanıştırıp kendisine yer edinmesini sağladığım, hasta olduğunda ilk ben koştuğum, başı sıkıştığında (maddi - manevi) yanında olduğum, eski sevgilisi yüzünden tartıştığı adamlardan olaylarla alakam yok iken hakaret işittiğim ve kavga ettiğim bu adam benden para koparmaya çalışıyordu. Adam gibi ihtiyacı olduğunu söylese ben ona bir şekilde mutlaka yardımda bulunurdum ama olay farklıydı. Tog da benim aracılığım ile girebildiği ortamlarda benim arkadaşlarıma benim hakkımda atıp tuttuğunu duydum. Bunu da söylediği insanlardan duydum. Benim faturaları ödemeyip kaçtığımı, onu yalnız bıraktığımı söyleyip beni karalamaya çalışan bu adama en güzel cevabı ona inanmayan arkadaşlarım verdi zaten. Fakat son konuşmamızda ağzının payını güzel bir şekilde verdim bu arkadaşın ve son  ayın faturalarını ödeyerek aramızdaki muhabbeti kapattım.

    Dostum sandığım, beni tanıdığını sandığım, onun için elimden geleni yaptığım bir insandan böyle davranışlarda bulunmasını beklemezdim. Gerçekten benim için çok kötü bir durum. Ona son bir şey söylemek istiyorum, onun en çok sevdiği sanatçını Sezen AKSU'nun ağzından: "Soğuk yenir kin, ihanet intikamsız kalmaz.".

     İlk şakanın gelişme sürecinde birisinden hoşlanıyordum. Görünüşüyle gerçek kimliğini gizleyen kişiler vardır ya, işte öyle birisiymiş. Ağzından sevgi lafını eksik etmeyen ama sevmenin ne olduğunu bilmeyen kişilerden. Bana göre sevmek Sunay AKIN ın dizelerinde saklı:


Saçak altına sığınmış
göçmen kuşun
kar tanecikleri arasında
düşen beyaz tüyünü de
görebilmek
İşte sevmek.


     İşte sevmek, tüm dikkatimi onun üzerine vermiş, tüm çabamı kendisine olan özgüveni geri kazanması için uğraşmaya adamıştım. Eğitimlere ve çeşitli organizasyonlara katılması için sorumluluklar alması için çabalar gösterdim. Bu çabalarım sonuç verdi. Ona duygularımı söylediğim de beklemediğim bir cevap aldım. O beni sadece dostu olarak görüyormuş. Dost. Bu olabilecek bir şey. Yaptığım onca şeyi bir dosttan ayrı bir ilgiyle yaptığımı ona da hissettirdiğimi düşünüyorum. Fakat istemiyorum demenin farklı bir yöntemi işte olabilir. Saygı duyarım. Fakat beni kıran nokta beraber katıldığımız bir ortamda benim yanımda hiç tanımadığı veya az biraz tanıdığı adamlar ile gecenin bir körü dışarı çıkıp, zaman geçirmesi oldu. Yanı başında oturan ve dostum dediği adamı çağırmaması ki yanlarına gittiği adamların kimseye söylemeyin demesi yüzünden bunu yaptı, kabul edilemez bir durum.

     Bunu yapan kişinin kişiliğinden şüphe etmek gerekir. Hiç tanımadığın bir yerde, ne oldukları belli olmayan bu adamlar ile (kişilere sözüm yok yanlış anlaşılmasın) gecenin bir saati dışarı çıkıp zaman geçirmek, ki bunu dostum dediği kişiden habersiz yapmak kimlere uygun bir davranıştır adını siz koyun. O olaydan sonra haksızlığını, yanlışını kabul etmesi güzel bir durumdu ama bunu hiç yapmaması gerekirdi. Ona da güzel bir konuşma yaptım. İzmir de gece arada bir dışarı çıkar arkadaşlarım ile eğlenirim. Bu çıkmalarım da onunla karşılaşmam ve bulunduğu ortamı görme şansı yakalamam iyi ki böyle birisinden kurtulmuşum dedirtti bana.

     İkinci şakadan sonra hayatım tam anlamıyla cehennem oldu. Ruh gibi dolaştığım, uyuyamadığım zamanları hatırlıyorum. Tam düzelmeye başladığım bir dönemde de dostumuz dediğimiz bir kişinin sorunları patlak verdi. Bir insan düşünün ki her şeyi bildiğini sanır ama hiç bir şeyden anlamaz, üstün gözükmeye çalışır fakat yaptığı kendisini bitirmektir. İşte böyle bir adamın bir çok yanlışını dostumuz dediğimiz için görmezden geldik. Taki son olaya kadar. Bir insan kardeşim dediği adamın eski sevgilisiyle birlikte olmak için nasıl uğraşır? Nasıl bir işkemben var senin. Sonra düşündük ki bize söylediği yalanlar, onu soktuğumuz ortamlarda arkadaşlarımıza sırnaşmaya çalışmaları, saygısızca hareketleri. Biz bu adamı çok görmezden gelmişiz. Kendisini bitiren insanlardan nefret ederim. Kişiliği oturmamış insanlardan da.

     Fakat bu son şaka diğer ikisi kadar derin yara vermedi. Ona son bir konuşma yapma gereği dahi duymadım. Gerek yok çünkü. Kaybeden, ahlaksız durumuna düşen de o. Gerisini o düşünsün artık.

     Bir kızıl derili atasözü şöyle der: "İhanet arkadaşlık zincirini karartır, fakat vefa onu her zamankinden parlak yapar." Herkesin hayatında vefasız insanlar vardır. Önemli olan onlara dahi vefalı davrandım diyebilmektir. Ben rahat bir şekilde bunu söyleyebiliyorum. Her arkadaşıma, dostuma elinden geldiğince yardımcı olmaya, onun yanında olduğumu hissettirmeye çalıştım. Gerisi onların karakterlerine kalmış. Büyük konuşmayı sevmem ama benim dostluğumu kaybetmek servet kaybetmekten daha zordur. Fakat kaybedilirse de dünyaları kaybetmekten beter olur.

     Yaptığım iyilikleri söylemek asla huyum değildir. Burada söylemem gerekiyordu çünkü bu şekilde, bu yazıyı yazarak müthiş bir rahatlık duyacağımı düşünüyordum ve duyuyorum :)
Read More...
 
Copyright (c) 2012 Hüseyin KÜÇÜK
Php Yazılım Uzmanı, Öğretim Teknoloğu, Toplum Gönüllüsü