Kod Dostu

Kod Dostu

alt text

Sevmek

Saçak altına sığınmış göçmen kuşun kar tanecikleri arasında düşen beyaz tüyünü de görebilmek İşte sevmek...

alt text

Bir İş Var

Her gün bu kadar güzel mi bu deniz? Böyle mi görünür gökyüzü her zaman? Her zaman güzel mi bu kadar, Bu eşya, bu pencere? Değil, Vallahi değil; Bir iş var bu işin içinde.

alt text

Kırmızı

Sevgilim kızma sakın ve lütfen yanlış anlama kırmızı rujunu sürünce paramın yetmediği elma şekerleri geliyor aklıma.

alt text

Vasiyet

Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü, ölürsem kurtuluştan önce yani, alın götürün Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.

Link #4
alt text

Nezle

Bardaktan boşanan yağmurun altında kablo çekiyor amele bizimse odamız sıcak çay ibriği kaynıyor bir derdimiz var: Nezle!

Odamın Duvarında Volta Atan Mahkumlar, Tutuklular Çemberi

  • Unknown
  • - 31 Ocak 2012
    Dünyaya açılımı 1800'lü yıllar da imparator Meici tarafından sağlanan Japonya, bu dönemde Avrupa'ya tabak, çanak, fincan gibi japon seramiklerini ithal etmeye başlamıştı. Tüccarlar uzun süren deniz yolculuklarında eşyaların kırılmaması için kağıtlara sıkıştırılmalarını isterler. Porselen ve seramikler hazırdır, sipariş de vardır, ama ambalaj olarak kullanılacak kağıt ihtiyacı da çoktur.

    Geleneksel Japon resim sanatı olan "ukiye-o" yetişir imdada. Doğa ve gündelik hayata ilişkin olan bu resimlerden Japonya'da öylesine çok vardır ki, eski ve kullanılmayan "ekiye-o"ler Avrupa'ya gönderilen kırılacak aşyanın sarılmasında kullanılır.

    Gemiler Avrupa kenarlarına ulaştığında, akılları porselen ve seramiklerin kırılıp kırılmadığında olan tüccarlar, paketleri açıp eşyaları kontrol ederler ve bu sırada da kağıtları atarlar.

    Zamanla, "ekiye-o" resimlerinin limanda biriken kağıtları sanatsever tüccarların ilgisini çeker. İnsana huzur veren reklerle çizilen resimlerden etkilenenler o kadar çoktur ki, onlardan biri Anvers Limanı'na her gün gelmekte ve porselen takımları koruma görevi sona erdikten sonra atılan resimleri toplamaktadır. O adam Hollandalıdır ve hiç tanımadığı Japon sanatının dilinden etkilenerek tablolar yapıp, altlarına imzasını "Vincent van Gogh" olarak atacaktır.

    Vincent van Gogh'un öyle bir tablosu vardır ki, sanatçının diğer eserleri arasında aykırı ve çok farklı durmaktadır. Moskova Puşkin Müzesi'ndeki bu tablonun adı Prisoners Round-after Gustave Dore'dir (Tutuklular Çemberi - Gustave Dore'den sonra). Bu tablunun öyküsü Fransa'nın Strasbourg kentinde yaşayan yedi yaşındaki bir çocuktadır...

    Dadısı Françoise, kapıyı açtığında karşısındaki çocuğu görünce çok şaşırır. "Tanrı aşkına! Efendi Gustave, ne oldu sana böyle?.. Kutsal bakire aşkı için, ayakkabıların nerede? Annen seni bu durumda görünce ne diyecek? Neredeydin?"

    Soğuk bir kış günü eve yalın ayak dönen çocuk yanıt verir: "Tamam Françoise, bugün oldukça talihsiz bazı kimselerle, özellikle de kokunç derecede yoksul küçük bir çocukla bayağı bir yol yürüdüm. Benim gibi biriydi, ama paçavralar içindeydi ve ayağında pabuçları yoktu. Kışta kıyamette onu öyle görmek beni üzer biliyorsun. Bu yüzden ona kendiminkileri verdim, çünkü onun benim gibi ayakkabı alacak bir babası yok. Bu konuda hiç bir şey söyleme. Eski pabuçlarını dört ay daha giyerim. Ayaklarına tam uydu; ne şans değil mi?"

    Gustave Dore'dir, ayakkabılarını çıplak ayaklı bir arkadaşına verecek kadar duyarlı olan çocuğun adı... Ve, bu duyarlılığını büyüdüğünde resimlerine, gravürlerine taşıyacaktır.

    Vincent van Gogh, 1890 yılında, Arles'daki St. Paul Akıl Hastanesi'nde tedavi görürken, kardeşi Theo ona Gustave Dore'nin bir gravürünü gönderir. Dore'nin Newgate-Exercise Yard (Newgate Hapishanesi'nde Volta Atan Mahkumlar) adlı bu eserinde, Charles Dickens'ın "Londra'nın sefaletini ve suçluluğunu barındıran bir depo " olarak tanımladığı ünlü hapishanede çember şeklinde volta atan mahkumlar görülür. Van Gogh, Dore'nin bu eserinden öylesine çok etkilenir ki, aynısını tuvale aktarır. Dore'nin gravüründeki hapsedilmişlik duygusu ve duvarlar arasından kurtulma arzusu, van Gogh'un akıl hastanesinde yaşadığı sıkılmışlıkla birebir örtüşmektedir. Öyle ki, resimde adımlarını tutuklusu ve suçluluk duygusuyla atan adamlar arasında, ortada duran bize doğru bakan şapka giymemiş tek mahkum Vincent van Gogh'tan başkası değildir.

    Kendimi sıkışmış, isteksiz hissettiğimde bu iki tabloya bakarım. Çoğu sabah bu resimlerden kurtulan birinin hissedebileceği gibi mutlu çıkarım evden.  Özgürlüğü hatırlatan bu resimlere bu günlerde farklı bir sebepten daha bakıyorum. Bu soğuk havalar da tuvalden bana bakan van Gogh ile her göz göze gelişimizde dışarıda olan, üşüyen , insanlar geliyor aklıma. Gustave Dore gibi ayakkabılarımı vererek herhangi birisine yardımcı olabilmek istiyorum. Ama hangi birisine yetebilirim ki.

    Sokakta, soğukta olduğunu bildiğiniz gördüğünüz kişilere aşağıdaki numaralara ulaşarak yardımcı olabilirsiniz. Ayakkabılarımızı vererek yeterince yardımcı olamayabiliriz fakat bir telefon ile çok yardımcı olabiliriz.


    ANKARA: 4186662
    İSTANBUL: 4551300
    İZMİR: 3617151
    Read More...

    Php de Anagram Şifreleme

  • Unknown
  • - 18 Aralık 2011
    Son zamanlarda kritografiye ilgi duymaya başladım. Okul, staj, iş, toplum gönüllüleri derken yazılımsal anlamda ilgi duyduğum farklı alanlar konusunda çalışma yapmak konusunda pek zamanım kalmasa da arada sırada zamanım oluyor :) Dünde böyle bir zaman ayırdım kendime ve edebiyatta bir sözcüğün harflerinin farklı dizilmesi ile yeni bir sözcük elde etme olarak bilinen anagram tekniğini kullanarak bir şifreleme scripti yazdım. Anagram tekniği hakkında bilgi almak için tıklayın.


    Script'in çalışan durumu sol taraftaki gibidir.





    Anagram ile bir metnin şifrelenmesi çok karmaşık olmayan bir algoritma ile sağlanabiliyor. PHP nin karakter işlemler için sağladığı fonksiyonları doğru yerlerde kullanarak, çok uzun olmayan bir kodlama ile şifreye ulaşabilirsiniz :)

    Ben scripti yaparken daha dinamik bir sistem olması düşüncesi ile Php'nin yanında Javascript(ajax) kullandım. Tek sayfa üzerinden işlemimizi halledebiliyoruz.

    Şifreleme işlemini yapan sifrele.php






























    NOT: Script i indirdiğiniz taktirde kodların açıklamalarını dosyanın içerisinde bulacağınız için tekrardan buradan açıklamak istemiyorum.

    Yararlı olması dileklerimle, kolay gelsin :)


    Read More...

    PHP de BiSection Method ile Bir Fonksiyonun Kökünü Bulma

  • Unknown
  • -
    Matematikte bir fonksiyonun köklerini bulmaya yarayan bisection method, verilen değer aralıklarından başlayarak sürekli olarak bu iki değer arasından yeni bir değer oluşturup bu değerin fonksiyonu sıfıra ne kadar yaklaştırdığına bakarak, fonksiyonun kökünü bulamaya yarayan yöntemdir. Ayrıntılı bilgi için tıklayın.

    Karabük Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği'nde okuyan can dostum Mustafa UYSAL 'ın algoritma dersi kapsamında, bisection method kullanılarak bir fonksiyonun kökünü hesaplayan programı C programlama dilinde geliştirmesi gerekiyordu. Bu yüzden bende yardımım dokunabilmesi için bisection method ile ilgili araştırma yapıp bir algoritma çıkartmak için kolları sıvadım. Araştırmalarım sonucunda algoritmamı hazırladım ve ardından  daha somut bir şeyler görebilmek için PHP kullanarak fonksiyonun köklerini hesaplayan bir script ortaya çıkardım.


    Sol tarafta script'in index sayfası gözükmektedir.

    Bu script'in kaynak kodları içerisinde her adım da yapılan işlemlerin açıklamalarını bulabileceğiniz için tekrardan buradan anlatma gereği duymuyorum. 




    Bu yazıda sadece benim PHP kullanarak oluşturduğum scriptin kaynak kodlarını sizlerle paylaşacağım. C dilinde yazdığımız program ile ilgili paylaşımları Mustafa UYSAL proje teslimi ve değerlendirmelerin ardından kendi sitesinden yapacaktır.




    Yararlı olması dileklerimle, kolay gelsin.



    Read More...

    Kuşlar Cıvıldıyor, Evet Uyanmışım...

  • Unknown
  • - 22 Kasım 2011
    Az önce uyandım. Uyanıp uyanmadığımı anlamak için uzun süre kendimle soru cevap oyunu oynamak zorunda kaldım. Midem gerçekten ağrıyor muydu? Yoksa gece yarısı sadece dolaşmaya mı çıkmalıydım, yemek yemekte nereden çıktı? Yatak iktiriyor beni. Bir şeyler batırarak, ağırlığımdan yorulduğu için kovuyor beni. Kalk. Kalkamıyorum. Bedenimin ağırlığı değil ki bu... Düşüncelerimin gerçek yüzlerinin dayanılmaz çekingenliğinde, gerçeklere bakmanın, gerçekleri yaşamanın verdiği isteksizlik.

    Bugün gerçekten işe gitmeli miyim? İşe gidip öğleye kadar bilgisayar başında en iyi yaptığım işlerden birini yapıcam. Ne kadar iyi yaptığım iş var ki? Evde kalıp kitap okusam? Midem ağrıyor. Yatak kalk üstümden diyor. Yorganın ağırlığı ezmeye başlıyor beni. Öğle işten çıkıp derse gitmeliyim. İletişim ile ilgili zar zor iletişime girilerek yapılan bir ders. Sevgili, aşk, sex ... Konuşabildiğimiz konuların ilişkiler ile sınırlandığı bu derste olmalı mıyım? Tüm gün işte olma fikri geliyor aklıma. Vazgeçiyorum.

    Hafta sonu gördüğüm, tatlı gülüşüne takıldığım kız geliyor aklıma. Ne kadar da saf, temiz duruyordu. Bu düşünceyi kovuyorum hemen. Başıma gelenlerin hepsinin en temel sebebi bu değil miydi? Saf, temiz insan ... "Acaba sevgilisi var mıdır?" diye düşünüyorum bir ara. İğreniyorum bu düşüncemden hemen. Sevgilisi olmasa ne olacak ki? Dün yaşadığım beş saniyelik bir an geliyor aklıma. Beş saniye, fakültemin girişindeki kızın kırmızı rujuna takıldığım an. Bir şiir'den, kızın diliyle ıslattığı hafif parlayan ince ve kırmızı dudaklardan başka bir şey hatırlamıyorum. Şiiri tekrar hatırlıyorum. Sunay AKIN'ın kırmızı şiiri;

    Sevgilim kızma sakın ve lütfen yanlış anlama kırmızı rujunu sürünce paramın yetmediği elma şekerleri geliyor aklıma.

    Yatakta doğruluyorum artık. Evet uyandım. Yüzümü yıkamalıyım. Su... Ne kadar derin bir kelime. Ama artık o da saf değil ki... Tekrar yatmak istiyorum. İnsanların gerçekleri dile getirme konusundaki beceriksizlikleri geliyor aklıma. Ya da onlardan kaçma isteği. Kaçamayacağını bilemeyerek. Ne istediğini bilmeyenler var bir de. Davranışları ile söyledikleri birbirini tutmayanları ne yapmalı. Son yaşadığım olay geliyor aklıma. Çarpık diyorum, tek kelime. Arkadaşlık anlattığı gibi olmaz. Yüzümü yıkıyorum, odama dönüyorum. Sifonu çekmiş miydim? Yazma isteği duyuyorum. Bilgisayarı açıp açmama konusunda bir kararsızlık. Hem okumak hem yamak istiyorum. Yazma isteği ağır basıyor. Bilgisayar açılırken Dostoyevski'nin Budalasından bir kesit geliyor aklıma.

    Gözümün doğrusuna yürüsem, göğün yerle birleştiği çizgiyi geçince bütün bilinmezlerin çözüleceği inancına kapılırdım.

    Bilgisayar açılıyor. Midem hala kötü. Saat ilerliyor. Evden çıkma vaktim geldi. Yazmak güzel geldi. Ama hala bir sürü düşünce aklımda. İşe gitme kararım kesin, sonrasında da derse gitme. Ardından ne yaparım. Belki yine kırmızı rujlu kızı görürüm. Bu kez yüzünü de aklımda tutmalıyım.

    Read More...

    Paradokslar - Düşünce'nin Yokuşu

  • Unknown
  • - 15 Kasım 2011
    Paradoks; görünüşte doğru olan bir ifade veya ifadeler topluluğunun bir çelişki yaratması veya sezgiye karşı bir sonuç yaratmasıdır. Doğru gibi gözüken önerme veya fikirler, tamamen yanlış olarak çıkar karşımıza. Bazende, yıllarca yanlış olarak zannettiğimiz olaylar, düşünceler doğru olarak bizi şaşkına çevirirler.

    Hayatımın çok çok yoğun olduğu bugünler de bir sürü şey düşünüyorum. Kendime ayırdığım zamanlarda da beynim sürekli bir arayış içerisine giriyor. Bu süreçleri değerlendirmek için başvurduğum yollardan birisi de paradoksları araştırmak, üzerlerine düşünmek oldu. Bloguma uzun süren bir aranın ardından dönüş olması için de bulduğum bazı paradoksları sizlerle paylaşmak istedim. Umarım okurken, düşünürken sizde keyif alırsınız. Hadi iyi düşünceler :))

    Giritli Eupiminides
    "Bütün Giritliler Yalancıdır."

    Eğer gerçekten giritliler yalancı ise kendisi de giritli olduğuna göre o da yalancıdır.

    Eublides
    "Yaptığım Açıklama Yanlıştır."

    Cümlenin doğru olduğunu düşünürse cümlenin yanlış olması gerekir, eğer cümlenin yanlış olduğunu düşünürsek de doğru olduğunu kabul etmiş olur fakat yanlış olduğunu başta kabul ettiğimiz için tam bir paradoksa düşmüş oluyoruz.

    Cümle Paradoksu
    "Bu cümle yanlıştır."
    Cümle yanlışsa doğru, doğruysa da yanlış olmak zorundadır.

    Timsah Paradoksu
    "Bir annenin elinden çocuğunu kapan timsah, çocuğa ne yapacağını annenin bilmesi durumunda çocuğu vereceğini söyler. Anne, timsaha çocuğunu yiyeceğini söyler, böylelikle meydana gelen paradoksal durum sonucunda çocuğunu kurtarır."

    Şöyle ki, timsah çocuğu yiyecekse anne timsahın ne yapacağını bilmiş olacak ve timsah çocuğu teslim edecek ancak çocuk teslim edilince anne timsahın ne yapacağını bilememiş olacak; timsah çocuğu yemeyecekse anne bilemediğinden çocuğu yiyecek ama o zaman anne timsahın yapacağının bilmiş olacak ve bu yüzden yememesi gerekecek. 
    Kısaca, bu iki durumda da timsah çocuğu ne yiyebilir ne de yiyemez

    SOCRATES
    "Bildiğim tek şey var; o da hiç bir şey bilmediğim."

    Yalancı paradoksu
    "Şimdi yalan söylüyorum." 


    Bu önermenin doğruluk değeri nedir? Yani "şimdi yalan söylüyorum" derken doğru mu söylüyorum yoksa yalan mı söylüyorum? Düşünecek olursak;Bu önermenin doğru olduğunu varsayalım. Öyleyse yalan söylüyorum. Ancak önermenin doğru olduğunu varsaymıştım öyleyse çelişkiye düştüm.Bu önermenin yalan olduğunu varsayalım. O zaman bu cümle doğru olmalıdır. Gene bir çelişki.

    Yamyam Paradoksu

    " Bir adada yaşayan bir grup yamyamın eline bir mantıkçı düşer. Yamyamlar mantıkçıya şöyle derler: "Biz her yakaladığımız yabancıyı yeriz. Kimini haşlayıp, kimini kızartıp yeriz. Avımıza bir soru sorarız. Avımız soruyu doğru yanıtlarsa haşlarız, yanlış yanıtlarsa kızartırız." 
    Dedikleri gibi de yaparlar. Mantıkçıya şu soruyu sorarlar: "Seni haşlayıp da mı yiyeceğiz, yoksa kızartıp da mı yiyeceğiz?" Mantıkçı bir süre düşündükten sonra soruyu çok akıllıca cevaplar: 'Kızartacaksınız!' "

    Bir an için mantıkçının kızartılacağını varsayalım. O zaman verdiği yanıt doğru olur. Ama yanıt doğru olduğu için -yamyamların kendi kurallarına göre- mantıkçının haşlanması gerekmektedir. Demek mantıkçı kızartılamaz. Şimdi de mantıkçının haşlanacağını varsayalım. O zaman mantıkçının yanıtı yanlış olacak. Yanıt yanlış olduğundan da kızartılması gerekmektedir. Demek mantıkçı haşlanamaz da. Yamyamlar tam bir kısırdöngüye girmişlerdir. Kızartsalar haşlamaları gerekecek, haşlasalar kızartmaları! Sonuç olarak adamımız kurtulur. 

    Berber Paradoksu
    "Seville' in kendini traş etmeyenlerini traş eden berberi kendini traş eder mi etmez mi?"

    Kendini traş etmeyenleri traş eden berber kendini traş ederse kendi kendiyle çelişki içine düşer. Kendini traş etmezse tanımdan ötürü kendini traş etmesi gerekir, ama bu da bir çelişkidir.

    Kant
    "Her ne kadar ben inanmasam da bir tanrının var olduğunu kabul etmek gerekir."

    Para paradoksu
    "Aynı paradan ikisini yan yana koyup birini sabit tutarak diğerini onun etrafında döndürün. Döndürülen para yarım tur attığında kendi ekseni etrafında bir tam tur atmış olacaktır."

    Kaynak: Wikipedia.com, paradokslar.com

    Read More...

    Ayçöreği ve Deniz Yıldızı --- Sunay AKIN

  • Unknown
  • - 15 Ekim 2011
    Sunay AKIN dünyası farklı; bilginin, ayrıntının yoğunluğunda insanın düşünmek için var olduğu bir dünya. Ayçöreği ve Denizyıldızı da o dünyaya açılan kapılardan bir tanesi sadece.

    Arka Kapak

    Bir adam var bilir misiniz? Her gece deniz ilk dalgalarla uyanana değin, umutları, hüzünleri, bekleyişleri ve ruhun ışığını, eski kitapların hamuruna katarak rengarenk ayçörekleri yaratan; özgürlük adına, barış adına, emek adına...

    Peki, hiç yediniz mi onun bu sihirli ayçöreklerinden? Eğer kocaman bir parça ısıracak olursanız, kendinizi bir anda, küçücük ışıklardan oluşmuş bir gemide bulabilirsiniz; minareler arasında uyuyan bir mahyaya yelken açmış... Belki de birdenbire duyuverirsiniz tulumbacıların o alevlenen şarkılarını; cariyelerin aklına başından alan... Ya da bir tarlanın başucundan, koşarak geliverir yanınıza bir korkluk -emeğin bu en eski koruyucularından sevimli ve cesur varlık- ve onunla elele gidersiniz miting alanlarına, yine kucaklamaya; sevgiyi, alınterini, kardeşliği... Korkmayın sakın, başınızın üzerinden ansızın uçuverirse bir cadı; kaçmaktadır belki o da yakılmaktan...

    Sunay Akın "Ayçöreği ve Denizyıldızı"nı yine bir filozof zekası ve inceliğini, bir çocuğun kalbi, bir şairin duyarlılığı ve bir serüvencinin düşgücüyle sunuyor bizlere. Kitabın her lokması; yaşamın bir başka ucu, dünyanın bir başka köşesi...

    "Ayçöreği ve Denizyıldızı" tam bir Sunay Akın'sal deneme... Ama kitaptaki her denemenin sonunu, bir roman okuyormuşcasına merakla beklediğiniz için; yazılanlar belki bir roman, dizelere yansımış, neredeyse hiçbir gerçek kalmadığı için dünyada; belki de bir şiir tüm yazdıkları. Yine de her şeyden önce, çok düşünen, merak eden, araştıran, kolay ikna olmayan bir kitap gezgininin görüp keşfettikleriyle dolu, bambaşka bir iklim bulutu bir yapıt...

    Kitabı okuyup bitirdikten sonra bazı geceler "Anne Frank"ın solgun şarkılarıyla uyanacaksınız uykularınızdan... Ve birlikte, ayışığında titreyen bir kumsalda bulacaksınız kendinizi... İşte o an, eğilip deniz yıldızlarını topladığını göreceksiniz "Anne Frank"ın... Sabahın ışıklarıyla, hiç beklemedikleri bir anda, onlar da yanıp kül olmasınlar diye..
    Read More...
     
    Copyright (c) 2012 Hüseyin KÜÇÜK
    Php Yazılım Uzmanı, Öğretim Teknoloğu, Toplum Gönüllüsü